29 Haziran 2015 Pazartesi

Köşe Yazısı: Çin'de Secde Etme İki Gözüm, Seni Üzmesinler

        Demba Ba, Çin’e transfer oldu. Türkiye’nin yurt dışına gönderdiği futbolcuları listesinde en üst basamaklarda uzun süre kalacak bir bonservis ücretiyle hem de. Drogba, Anelka, Kanoute gibi yıldız isimlerin transferleriyle son yıllarda Avrupa pazarından sükse yapan Çin futbolu bir yıldız ismi daha bünyesine dahil etti. Gol sevinçlerini secde ederek kutlayan, her fırsatta İstanbul’da sabah ezanıyla uyanmanın kendisini mutlu ettiğini belirten Demba Ba’yı son dönemde insanlık dışı vahşet haberlerini sıkça gördüğümüz ve Müslümanlara karşı nefretin had safhada olduğu Çin’de nelerin beklediğini tabi ki kestiremeyiz. Öyle ya Şangay en doğuda, Urumçi ise en batıda. Demba Ba’nın dini kimliğini bir kenara bırakarak Beşiktaş macerasına bir bakalım istedim. Kimdi bu adam? Neler yaptı? Neden bu kadar sevildi?

        Hepimizin bildiği üzere, 25 Mayıs 1985’te Fransa’nın Sevr şehrinde doğmuş. Hoffenheim, West Ham United, Newcastle United ve Chelsea formalarını giymiş. Beşiktaş’ta 44 karşılaşmaya çıkmış 27 gol atma başarısı göstermiş. 6 Milyon Euro’ya alınıp 13.5 Milyon Euro’ya satılarak 7.5 Milyon Euro kar sağlamış. Sevilmesi için başka bir sebebe gerek yokmuş gibi dursa da, sebepler yaratmış daha da sevilmiş.

        Önce sahadaki başarısına bakalım her zaman yaptığımız gibi kıyaslayarak, karşılaştırarak;
Beşiktaş’ın önemli forvet oyuncuları diye düşündüğümüzde yakın tarihte aklımıza gelecek isimler, Daniel Amokachi, İlhan Mansız, Pascal Nouma, John Carew, Bobo, Nobre, Hugo Almeida olur.
  • Daniel Amokachi;  113 karşılaşmada forma giymiş 26 gol atmış ortalaması; 0.23
  • İlhan Mansız; 86 karşılaşmada forma giymiş 47 gol atmış ortalaması; 0.54
  • Pascal Nouma; 62 karşılaşmada forma giymiş 27 gol atmış ortalaması; 0.43
  • John Carew; 28 karşılaşmada forma giymiş 14 gol atmış ortalaması; 0.50
  • Bobo; 221 karşılaşmada forma giymiş 94 gol atmış ortalaması; 0.42
  • Nobre; 180 karşılaşmada forma giymiş 50 gol atmış ortalaması; 0.27
  • Hugo Almeida; 110 karşılaşmada forma giymiş 48 gol atmış ortalaması; 0.43
  • Demba Ba ise 44 karşılaşmada 27 gol atmış ortalaması; 0,61
        Sadece sahadaki performansıyla bile diğer hatırı sayılır tüm seleflerinden çok daha başarılı bir istatistik ortaya koymuştur. Demba Ba ayrıca bu sezon Beşiktaş’ın bir sezonda en çok gol atan yabancı futbolcusu ünvanını Pascal Nouma’dan kapmış, gidişi ile de 7.6 Milyon Euro’ya Lyon’a transfer edilen John Carew’in ünvanını da ele geçirerek Beşiktaş tarihinin en yüksek transfer gelirine imza atmıştır.

        Rakamları istatistikleri bir kenara koyalım. Beşiktaş taraftarı ile girdiği etkileşimden, Türkiye üzerinde toptan bıraktığı olumlu etkilerden söz edelim.
Hikaye nasıl başlamıştı hatırlayalım.

        Beşiktaş’a transferi gerçekleşmeden önce, Instagram hesabından Çarşı’nın pankartını paylaşan Demba Ba, bir anda sosyal medyada en çok konuşulan isimlerden biri haline geldi. Beşiktaşlı taraftarlar aynı mecra üzerinden esprili ifadelerle Demba Ba’yı Beşiktaş’a ikna etmeye çalıştı.



        Sadece bu kadar değildi Demba Ba olan gönül bağı. Bir de Çarşı faktörü vardı. O Çarşı ki muhalif duruşu ile korkmadan yükselttikleri ses ile, bir taraftar grubundan çok demokratik kitle örgütünü andıran bununla yetinmeyip ne hikmetse hükümeti devirecek kadar güçlü olduğu zannedilen, genç yaşlı her mazlumun sesi olan, kendi deyimleri ile “Sağı Solu, Üstü Altı, Şirketi Dükkanı, Şefi Tarikatı, Siyaseti Partisi, Sırtında yumurta küfesi olmayan, Sadece Vicdanı olan”… Böyle yüce bir zihin yapısının pek tabi ki en çok sempati duyduğu insanlar, tarihte dönemler boyu en acımasız ayrımcılıklara zulme ırkçılığa maruz kalan Siyahilerdir. Amokachi, Nouma sevdaları bundandır ki, gerek değildir Beşiktaş forması giymek, şimdilerde Antalyaspor’da forma giyeceği söylenen Eto’o İspanya’da ırkçılığa maruz kaldığında, We are all Eto’o pankartını açarak ses çıkarmayı unutmamışlardır. Her hali ile daha gelmeden bir adım öndedir Demba Ba.  Geldikten sonra da bitmemiştir sempatik tavırları; kendisine beni sabah namazına uyandırır mısın diyen takipçisine, bana telefon numaranı gönder diyecek kadar da mütevazıdır.


        Kafamızı çevirdiğimiz her yerde kulağımıza gelen Demba Ba bestesi, video paylaşım sitelerinde Demba Ba için ağlayan çocuk videoları ile geçen bir senenin ardından, asıl Türkiye’den gelip geçen Demba Ba olmuştur.

        Daha gelmeden sakat olduğu iddia edilen, secde ederek şov yaptığı konusunda eleştirilen, secdesinin yönü tartışılan, koşmayarak takımı yalnız bıraktığı düşünülen Demba bu ülkeye belki de fazlaydı bile. Umarım geri kalan yaşamı, başarı ve huzur dolu olur.

        Ardında milyonlarca Beşiktaş taraftarının buruk yüreğini bıraktın ama sağ ol var ol attığın gollere, yüzümüzde oluşturduğun tebessüme ve üzerine kulübe kazandırdığın tonlarca paraya ne kadar teşekkür etsek azdır. Ama sen yine de Çin’de secde etme iki gözüm, seni üzmesinler.

Yazan: Ahmet DUMLU

        Demba Ba , Çin’e transfer oldu. Türkiye’nin yurt dışına gönderdiği futbolcuları listesinde en üst basamaklarda uzun süre kalacak b...

18 Haziran 2015 Perşembe

Araştırma: Anadolu'dan İstanbul'a

        Beşiktaş, Dusko Tosic’i transfer ettiğinde, uzun zamandır kafamda dönüp duran bir önyargıyla yüzleşme vaktimin geldiğini düşündüm. Anadolu kulüplerinden İstanbul büyüklerine transfer olan yabancı futbolcuların başarılı olamadıkları kanaatindeyim. Bu sebeple, son on yılda (2005-06'dan bu yana) Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın Anadolu’dan transfer ettiği yabancı futbolcuları bir liste haline getirip önyargımda haklı olup olmadığımı görmek, sizlerle de paylaşmak istedim.

        Beşiktaş, 2005-2006 sezonundan başlayarak geçtiğimiz sezon sonuna kadar toplam 47 yabancı transferi yapmış, bunların 4 tanesini ise Anadolu kulüplerinden futbolcu alarak gerçekleştirmiş.

        Souleymane Youla, Gençlerbirliği’nde 4 sezon forma giydi çıktığı 134 maçta 57 gol atma başarısı gösterdi. Beşiktaş forması ile ise sadece 16 (12’si Süper Lig) maça çıkabildi. Bu karşılaşmalarda attığı gol sayısı ise 6. (2’si Süper Lig)

        Filip Holosko, Manisaspor’da 2 sezon forma giydi, çıktığı 72 karşılaşmada 24 gol kaydetti. Beşiktaş’ta ise 6 sezon forma giydi. Bu sürede çıktığı 192 karşılaşmada 58 gol attı.

        Rodrigo Tabata kendisinden çok ödenen bonservis bedeli ile uzun süre gündemde kalmıştı.  Gaziantepspor’da oynadığı tek sezonda 31 maçta 13 gol atarak dikkatleri çekmişti daha sonra transfer olduğu Beşiktaş’ta ise 48 karşılaşmada 2 gol atabildi.

        Michael Eneramo ise Beşiktaş listemizin son ismi. 2.5 sezon Sivasspor’da forma giyen Eneramo  91 maçta 34 gol attı. Beşiktaş’ta ise sadece 7 karşılaşmaya çıktı ve tek gol atabildi.

        Görüldüğü gibi Beşiktaş’ın Anadolu transferlerinde başarı oranı oldukça düşük. Başarılı sayabileceğimiz tek isim olan Holosko’nun ise çoğu kez başarılı futbolu ve golleri ile değil, kendisi artı bir miktar para teklif edilerek yapılan transfer teklifleri ile gündeme geldiğini hatırlatmakta fayda var.

        Fenerbahçe, 2005-2006’dan bu yana toplam 31 yabancı futbolcu transfer etmiş, 5 tanesi Anadolu’dan.

        Samuel Holmen, 3 sezon İBB forması giydi. 110 karşılaşmaya çıkarak oldukça istikrarlı bir tablo çizmesinin yanı sıra 25 tane de gol atarak bir orta saha oyuncusuna göre başarılı bir performans ortaya koydu. Fenerbahçe’de ise sadece 7 karşılaşmada forma giydi ve golle tanışamadı.

        Pierre Webo, İBB formasıyla 1.5 sezonda 56 karşılaşmaya çıktı 24 gol attı. 2.5 sezon Fenerbahçe forması giyen Webo, bu süreçte 86 karşılaşmada 33 gol attı.

        Emmanuel Emenike, 2 sezon Karabükspor forması giydikten sonra rötarlı da olsa Fenerbahçe formasına kavuşmuştu. Karabük’te 51 karşılaşmada 30 gol atan Emenike, Fenerbahçe’de ise 65 maçta 17 gol attı.

        Fabio Bilica, hafızalarda Beşiktaş karşılaşmasında giriştiği köstebek rolü ile yer etse de o da Anadolu’dan gelip İstanbul’a gidenlerden. Sivasspor’da geçirdiği tek sezonda 39 karşılaşmada görev yapan Bilica, Fenerbahçe formasıyla 3 sezonda 69 karşılaşmada forma giydi ve bunların 45’i ilk sezonundaydı.

        Gökçek Vederson, nam-ı diğer Wederson Luiz da Silva Medeiros. 3 sezon o zamanki adı ile Ankara Büyükşehir Belediyespor forması giyen Vederson 94 karşılaşmada 23 gol atmıştı. Frikikleri ve uzaktan sert şutları ile bilinen Vederson, 3 sezon Fenerbahçe forması giydi. 111 karşılaşmaya çıktı, 5 gol attı.

        Listenin nispeten başarılı örnekleri Pierre Webo ve Gökçek Vederson. -ki Vederson'un da Ankara günlerini mumla aradığını söylesek yanlış olmaz. Diğer başarılı örnek Pierre Webo'nun da İBB öncesi önemli bir kariyeri olduğunu hepimiz biliyoruz zaten.


        Gelelim Galatasaray’a. Rakiplerine oranla Anadolu’dan yaptığı transfer sayısı oldukça düşük. 2005-2006 sezonundan geçtiğimiz sezona kadar toplam yabancı transferi sayısı 46, Anadolu’dan aldığı yabancı oyuncu sayısı ise sadece 2.

        Dany Nounkeu, 2 sezon Antep forması giyerek 60 karşılaşmaya çıkarken Galatasaray forması ile 1.5 sezonda 46 karşılaşmaya çıktı. Daha sonra sezonu Beşiktaş’ta tamamlayan Dany, burada ise 9 karşılaşmaya çıktı ve özellikle Arena’daki Galatasaray karşılaşmasında yaptığı penaltı ile uzunca süre tartışılmış ve Beşiktaş’ta da başarılı olamamıştı.

        Nordin Amrabat, Galatasaray’a gelebilmek için alacağı ücretten bonservise pay ayıracak kadar hevesliydi transfer sürecinde. 1.5 sezon giydiği Kayserispor forması ile 41 karşılaşmada 7 gol attıktan sonra yüksek bir ücret karşılığında Galatasaray’a transfer olmuştu. (Süleyman Hurma Kayseri’ye 1 Milyon Euro’ya aldığı Amrabat’ı 8 Milyon Euro’ya Galatasaray’a satmıştı. Şimdi de Trabzonspor’a istiyormuş, acaba tekrar kime satıp ne kadar kâr edecek. Galatasaray’da  1.5 sezonda 56 karşılaşmaya çıktı 3 gol atma başarısı gösterdi.

        Galatasaray’ın da Anadolu’dan aldığı yabancı futbolculardan verim alamadığı ortada. 3 büyük kulübün toplam yaptığı 123 yabancı transferin kaçı başarılı apayrı bir tartışma konusu. Hatta daha da ileri gidersek 3 büyük kulübün Anadolu’dan yaptığı yerli oyuncu transferlerinin de çok başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Olumsuz örnekler hemen aklımıza geliyor, Tarık Çamdal, İsmail Köybaşı, Mehmet Topuz gibi büyük bonservis bedelleri ödenerek alınan isimlerle listeyi çeşitlendirebiliriz. Bunun sebepleri tartışılmaya değer, ancak her durumun kendi dinamiklerini yarattığını ve genellemelerden kaçınmak gerektiğini tekrar belirtmeliyim.

        3 Büyük kulübün geçen sezon ezbere sayılacak on birleri düşünüldüğünde;
Beşiktaş, Tolga Zengin- Serdar Kurtuluş – Ersan Gülüm – Pedro Franco – Ramon Motta – Veli Kavlak – Atiba Hutchinson – Gökhan Töre – Jose Sosa – Olcay Şahan – Demba Ba. Sadece Serdar (Gaziantepspor) ve Ersan (Adanaspor) Anadolu kulüplerinden.

Fenerbahçe, Volkan Demirel – Gökhan Gönül – Bruno Alves – Egemen Korkmaz – Caner Erkin – Mehmet Topal – Emre Belözoğlu – Raul Meireles – Dirk Kuyt – Emmanuel Emenike – Moussa Sow. Sadece Gökhan (Gençlerbirliği Oftaş) ve Emenike (Karabükspor) Anadolu'dan.

Galatasaray’ın on biri biraz daha çeşitlenebilir olsa da, Muslera – Sabri Sarıoğlu – Aurelien Chedjou – Semih Kaya – Alex Telles – Selçuk İnan – Felipe Melo – Hamit Altıntop – Wesley Sneijder – Yasin Öztekin – Burak Yılmaz. Sadece Yasin Öztekin (Kayseri Erciyesspor) Anadolu'dan.

        Kendisi Anadolu’da olsa da bu ülkenin 4. büyüğü olan Trabzonspor’dan transfer edilen futbolcular yazının başından beri değerlendirme dışı bırakılmıştır. (Örneğin: Tomas Jun / Beşiktaş)

        İstatistik ve rakamlara boğarak pek de alışkın olmadığım bir şey yaptığımın farkındayım. Bir sonuca ulaştık mı dersek, Anadolu’dan yapılan yabancı transferlerinin pek de başarılı olmadığını, 3 İstanbul büyüğünün sahaya çıkardıkları onbirlerde de Anadolu’dan transfer edilen oyuncuların sayısının oldukça az olduğunu gördük. Tüm bunlar ışığında yazının başına dönersek; Tosic başarılı olur mu sorusu soracak kadar toptancı bir bakış açısına tabi ki sahip değilim bekleyip görmemiz gerekecek. Ancak eldeki veriler ışığında nice Anadolu Koçyiğitlerinin İstanbul yollarında yere serildikleri bir gerçek. Yorum sizin...

Hazırlayan: Ahmet DUMLU

        Beşiktaş , Dusko Tosic ’i transfer ettiğinde, uzun zamandır kafamda dönüp duran bir önyargıyla yüzleşme vaktimin geldiğini düşündü...

13 Haziran 2015 Cumartesi

Sezon Raporu: Gençlerbirliği

        Lige fırtınalı bir başlangıç yapan, teknik direktör öğütmeye devam eden ancak daha sonra İrfan Buz yönetiminde iyi bir hava yakalayan Gençlerbirliği, ilk yarısını 22 puanla 8.sırada tamamladığı Spor Toto Süper Lig’de son yıllardaki istikrarını bozmayarak ligi yine bir orta sıra takımı olarak 40 puanla 9.sırada tamamladı.

        Sezonun zor ve buhranlı geçen ilk iki haftasının ardından İrfan Buz'la çıkış yakalayan Başkent ekibi, İrfan Can Kahveci, Berat Tosun, Artun Akçakın, Ahmet Oğuz, Uğur Çiftçi, Halil İbrahim Pehlivan gibi Beştepe’de yetişmiş oyuncularının da dahil olduğu kadrosuyla iyi bir ilk yarı geçirdi.

        Bogdan Stancu’nun önderlik ettiği kadroya, Başakşehir’e 90+4’te attığı frikik golüyle yeniden takıma dönen Nemanja Tomic ve sezon başında takımdan gönderilmesi düşünülen Radosav Petrovic’in de eklenmesiyle dinamik ve iştahlı bir futbol ortaya koyan “Kırmızı-Kara”lar, Passolig uygulaması nedeniyle her iç saha maçını neredeyse boş tribünlere oynasa da dirençli futbollarıyla ligin ilk yarısında dikkat çekici bir performans ortaya koydular.

Buz devri sona erdi
        Devre arasında gerçekleştirilen Hleb, Mustafa El Kabir, Michel Landel transferleriyle İrfan Buz’un rotasyon şansı arttı. Ancak işler İrfan Buz’un istediği gibi gitmedi.

        Ligin ikinci yarısına kendi evinde oynadığı Beşiktaş ve Rize maçlarıyla başlayan Gençlerbirliği, bu maçlarda 2-0’lık mağlubiyetler aldı. Sonraki hafta Bursa deplasmanında 3-1 mağlup olan Başkent ekibi, evinde de 1-0 öne geçtiği maçta Eskişehirspor’a 2-1 mağlup olunca Başkan İlhan Cavcav’ın takıma müdahalesi gecikmedi. Sezon içerisinde de işler iyi giderken çok defa hem teknik kadronun oyuncu tercihlerine karışan hem de takımın başında görev yapan teknik adamların yerine alternatif isimlerle de görüşmelerine devam eden İlhan Cavcav, İrfan Buz ve yardımcılarıyla yolları ayırdı. Beşiktaş maçında 1, Rizespor maçında 3, Eskişehirspor maçında da 2 kırmızı kart gören Gençlerbirliği’nde, Başkan İlhan Cavcav takımı disipline etmek için bu maçlarda kart gören oyunculara da para cezası verdi.

        Cezalı oyuncuların yanında takımın en önemli isimlerinden Bogdan Stancu’nun da Eskişehirspor maçında elinin kırılması ve 2 ay sahalardan uzak kalması sonucu takımda bir rotasyon sorunu da ortaya çıktı.

        İrfan Buz’dan boşalan koltuğa oturan Mesut Bakkal yönetiminde öncelikli olarak skoru korumayı amaçlayan bir oyun ortaya koyan Gençlerbirliği, Balıkesir deplasmanında 1-0, Erciyes deplasmanından da 4-2’lik galibiyetler çıkarmayı başladı. Bu karşılaşmalarda özellikle devre arasında takıma dahil olan Mustafa El-Kabir’in performansı etkileyiciydi.  Evinde Sivasspor’la golsüz berabere kaldıktan sonra Fenerbahçe’yi ağırlayan “Kırmızı-Kara”lar, sonuca yine El Kabir ve Petrovic’in golleriyle gitti.

        Fenerbahçe karşılaşmasının ardından evinde oynadığı Kasımpaşa maçında da El Kabir önderliğinde 5 gollü bir galibiyet alan Gençlerbirliği, 3 hafta sonra deplasmanda Gaziantepspor’u 3-0 mağlup etti ancak bu karşılaşmanın perde arkasında yaşananlar sonucu Mesut Bakkal’ın bileti o gün kesildi.

        Gaziantepspor deplasmanında Başkan İlhan Cavcav yedek kulübesini arayarak taktik vermek istedi. Mesut Bakkal’ın yardımcıları ise Cavcav’ın telefonla görüşme isteğine yanıt vermeyince maçın ardından İlhan Cavcav’ın, Mesut Bakkal’a ,”Yardımcılarını gönder hocam yoksa seninle de sözleşmeyi uzatmam” dediği iddia edildi. Mesut Bakkal da yönetimin bu tavrından hoşnut olmadığını dile getirdi ve ayrılık kararını iletti.

        Ligin 29.haftasında deplasmanda alınan Gaziantepspor galibiyetiyle 2014-2015 sezonundaki son galibiyetini alan Gençlerbirliği, Türkiye Kupası’nda da çeyrek finalde Bursaspor’a elendi. Deplasmandan 1-1’lik sonuçla dönen, evindeki rövanşta da Passolig uygulamasının olmadığı maçta dolu tribünler önünde ilk yarıyı 2-0 önde kapatan Başkent ekibi, Mesut Bakkal’ın ikinci yarıda oynattığı gereksiz riskteki futboluyla maçı 3-2 kaybederek turu Bursaspor’a verdi.

        Geçtiğimiz sezonlarda fair-play liginde şampiyon olurken, maçlarında gördüğü kart sayılarının azlığı dikkat çeken Gençlerbirliği, bu sezonu Türkiye Kupası maçlarını da dahil ettiğimizde 14 kırmızı kartla tamamladı. Belki de kulüp tarihinin en hırçın sezonunu geçiren Başkent ekibi sezonu da 40 puanla 9.sırada tamamladı.


Sakat ve cezalılar bel büktü
        İrfan Buz döneminde topun arkasına geçen, hatları birbirine yakın tutan ve hücumda da Gosso’nun çift taraflı oyunu üzerinden, atağın yönünü ters kanada çevirerek rakip savunmaların dengesini bozan Gençlerbirliği, Mesut Bakkal döneminde ise yine 4-2-3-1’e sadık ancak kanatları daha çok kullanan bir görüntü çizdi. Orta sahadaki Gosso-Doğa-Petrovic  üçlüsü ligin ikinci yarısında çoğunlukla sakatlıklar ve cezalar nedeniyle bir araya gelemeyince, bazen Landel ve iyileştikten sonra da Stancu’nun sağ kanat oynadığı ve El Kabir’i ileride gezici forvet olarak bırakan bir yapı oluştu. El Kabir’in kanatlara yaklaşıp, rakip savunmada kanallar açtığı bölgelere de topsuz oyunda çok tehlikeli olan ve gol koklama becerisi yüksek olan Stancu ve Landel’in sızması hedeflendi.

        Mesut Bakkal’ı ise çalıştığı dönemde en çok zorlayan şey cezalı ve sakat futbolcular oldu. Gençlerbirliği savunmasından topu çıkarabilme becerisine sahip olan tek oyuncu olan Tosic’in yaşadığı sakatlık ve cezalar nedeniyle bazı mücadelelerde yer alamaması nedeniyle 33 yaşındaki Sedat Bayrak forma giydi. Ağır ve savunmadan pasla çıkma beceresi düşük olan Sedat nedeniyle Gençlerbirliği bazı maçlarda sıkıntılar yaşadı. Ligin ilk yarısında İrfan Buz’la birlikte takımın en sağlam görüntü veren bölgesi olan savunma göbeği, ikinci yarıda sakatlık ve cezalarla birlikte bu özelliğini kaybetti.

        Kolunun kırılması nedeniyle 2 ay oynayamayan Bogdan Stancu 11 golle yine takımın en golcüsü oldu. Genç isimlerden Berat Tosun 7 gol, sezonun parlayan ismi İrfan Can Kahveci de 6 gol, 5 asistlik katkı yaptı. Mesut Bakkal döneminde etkili performanslar sergileyen Mervan sezonu 7 golle kapattı. İrfan Buz’un hayata döndürdüğü isimlerden Nemanja Tomic  5 gol, 3 asist, Radosav Petrovic de 5 gol kaydetti. Devre arasında transfer edilen, yaşı ve fizik kondisyonu nedeniyle maçlarda 60 dakikayı ancak çıkarabilen Hleb 2 gol, 1 asistle oynadı. Yine devre arasında takıma dahil olan Mustafa El Kabir ise Gençlerbirliği adına ikinci yarının parlayan ismiydi. Hollanda asıllı oyuncu 18 maça çıktı ve 5 gol, 6 asistlik performans sergiledi. Rakip savunma üzerinde büyük bir yıldırıcı güç olan El Kabir, Gençlerbirliği’nin ikinci yarıdaki en iyi ismiydi.

        Ligin son haftalarına gelindiğinde ligde Avrupa hedefinin uzağında kalmış ve kupa defterini de yine çeyrek finalde kapatmış bir Gençlerbirliği vardı. Gençlerbirliği taraftarının son yıllarda görmeye alışık olduğu bir tablo yani. Ligde son 5 yıla bakıldığında sırasıyla 14, 9, 11,9 ve bu sezonda yine 9.sırayı alan Gençlerbirliği’nde yönetim, gidişattan gayet mutlu. Süper Lig kulüpleri arasında borcu olmayan ve mali yapısıyla övünç duyan tek kulüp Gençlerbirliği. Ancak bu denli düzgün bir mali yönetimin, son yıllarda sportif yönetime ve sportif başarıya ulaşamaması nedeniyle Başkent ekibi herkesin gözünde ne düşmemeye oynayan ne de Avrupa kupaları hedefi olan sıradan, hedefsiz bir orta sıra takımı olarak görülüyor. Bu sezon statlarının Passolig nedeniyle boş kalmasının yanında, taraftarların da yönetime olan küskünlüğü etkili oldu.

        Sezon bitmesinin ardından Dusko Tosic Beşiktaş’a, Petrovic Dinamo Kiev’e bedelsiz olarak transfer oldu. Gosso, Hakan Aslantaş, Hleb, Sedat Bayrak ve Nizamettin’in de sözleşmeleri sona erdi. Bu isimlerden Hakan Aslantaş ile yeniden anlaşan yönetim diğer oyuncularla anlaşma adına şu ana dek bir girişim yapmadı.

        Son yıllarda kadro maliyetini mümkün olduğunca düşürmek için Beştepe’den yetişen oyuncularla birlikte, özellikle Kuzey Avrupa ligindeki ucuz isimlere yönelen yönetimin, İskoç teknik adam Stuart Baxter’ı da takımın başına getirmesinde İsveç ve Danimarka liglerinde transfer edilen Panajotis Dimitriadis, Martin Spelmann, Walid Atta, Iasmin Latovlevici, Johannes Hopf transferleri yatıyor muhtemelen. Ancak İskoç teknik adamın Ankara’daki macerası, İlhan Cavcav’la transfer ve taktik konusunda yaşayacağı görüş ayrılığı nedeniyle Temmuz’u görmeden dahi bitebilir.

Hazırlayan: Anıl YAZAR

        Lige fırtınalı bir başlangıç yapan, teknik direktör öğütmeye devam eden ancak daha sonra İrfan Buz yönetiminde iyi bir hava yakala...

12 Haziran 2015 Cuma

Ersan İlyasova Detroit'e neler katar?

        "Ersan, biz Detroit'e geldiğimizden beri takip ettiğimiz bir oyuncu. O sadece ceza kesen bir üç sayı tetikçisi değil aynı zamanda yüksek enerji taşıyan, sert oynayan bir isim. Shawne ve Caron Butler'a veda etmek zor oldu, özellikle Butler'a her zaman saygı duyacağım.” Bunlar dün gece kesinleşen milli basketbolcumuz Ersan İlyasova takasından sonra Detroit koçu Stan Van Gundy’nin demeci.

        Stan Van Gundy, Orlando koçu iken sık sık kullandığı strech 4 numaralı sisteme geçiş için en önemli adım Ersan hamlesiydi. Bu hamle ile anladık ki, Greg Monroe için inceden ama derin bir mesaj verildi. Monroe yüksek ihtimal önümüzdeki sezon The Palace of Auburn Hills’e adım atamayacak.

        Bu takasın hem Detroit hem de Ersan için spesifik olarak en büyük artısı, kesinlikle alan açmak olacak. Perimeter alanda oyuncu sayısını 4’e çıkaracak olan Van Gundy, dolaylı olarak gerek kısa rotasyonunun boyalı alana yapacağı penetreler için gerek geleceğin Dwight Howard’ı olarak benimsenen Andre Drummond için olabildiğince alan açmış olacak. -ki geçen sezon onlar için en büyük sorun, orta mesafe şutu dahi olmayan Greg Monroe ile boyalı alanda korkunç şekilde sıkışmalarıydı. Bu dezavantaj Ersan ile rafa kalktı ve ekip tek hamleyle çeşitlilik sayısını artırmış oldu.

        Şu an şampiyonluğu kovayalan Golden State Warriors’un 4 numarası Draymond Green’i kıstas alalım, geçen sezon gerek saha içi gerekse 3 sayılık şut yüzdelerinde Ersan’ın önde olduğunu gördük ki silik bir dönem geçirmesine rağmen.

        Geçen sezon Bucks formasıyla maç başına 22.7 dakikada 11.5 sayı 4.8 ribaund ile oynadı. Son 2 sezon için verimlilik olarak sorunlar yaşamış veya arka plana atılmış olabilir fakat Stan Van Gundy bu sistemle 2009’da Orlando’ya müthiş imaj katmıştı hatırlayanlar olacaktır.

        Maziyi bir kenara bırakalım ve günümüze dönelim, Ersan için diğer önemli bir opsiyon rol oyuncusu olmaktan çıkıp tekrar ilk beşe oturacağı gerçeği. Bilinmeyen denklemi Ersan adımıyla bir anda basit bir toplama işlemine çevirdi Stan Van Gundy. Ersan’ın tecrübesi ve bileğinin kilit anlarda çok sıcak olabilmesi Pistons için çözüm odaklı bir alternatif olacak. Geçen sezon yay gerisinde sadece ortadan denediği üç sayılık atışlarda lig ortalamasının altına düştü ki bu perspektif olarak hiç fena bir ortalama değil.

        Burada önemli olan unsur, strech 4 numara için olması gereken en önemli özellik dip köşeden bulunan üçlüklerdir. Ersan, sol dipten %50, sağ dipten %46.7 ortalamaları yakaladı.

        Ek olarak geçen sezon bulduğu 263 tekil basketin 207’sini asist altında yapmış, ayrıca catch-and-shoot konusunda da %36.7 ile ne kadar tehlikeli bir dış şutör olduğunu tekrar tekrar gösterdi.

        Andre Drummond için daha rahat pick&roll ve Ersan ile oluşacak olan pick&pop oyunları ile hücumda perde hamleleriyle yapılan sistem oyunlarını çok fazla göreceğiz. Kısaca Ersan-Drummond birbirine çok uygun iki isim ve Ersan’ı çok daha fazla rol alırken izleyeceğiz gibi görünüyor.

        Özellikle Andre Drummond için altın yıllar başlıyor olacak. Alan olarak çok dar mesafelerde oynamaya çalışan Drummond, buna rağmen ilk 2 yılı için Dwight Howard ile karşılaştırıldığında hiç de geride kalmıyor. Bu karşılaştırma Dwight Howard ve Andre Drummond’un NBA’e girdiği ilk 2 sezonda her 36 dakika içinde yakaladığı istatistikleri;

        Kısacası Ersan’ın yarattığı efektiflik, imaj ve çeşitlilik ile daha aktif, daha tedavi edici ve çözüm odaklı katkılar verdiğini göreceğiz. Ekibe Summer Ligden önce katılması yeni sezona kadar adaptasyon sürecini pasifleştirecek ve bomba gibi bir Ersan’ı yeni sezonda görmeyi arzu ediyoruz.

Hazırlayan: Çağan KESMEN

        "Ersan, biz Detroit'e geldiğimizden beri takip ettiğimiz bir oyuncu. O sadece ceza kesen bir üç sayı tetikçisi değil aynı...

12.06.2015 İddaa Tahminleri

11 Haziran 2015 Perşembe

Atan Alır!

        “O topu oraya koydun ya çocuk, artık 5’te devre 10’da bitmeyecek hiçbir maç”*

Endüstriyel futbol, bazen baş belamız bazen günah keçimiz.

        Yayın hakları geliri için şifrelenen, daha fazla tribün geliri için Passo Lig’e hapsedilen koskoca bir dünya. Eskiden 3 dakika da olsa açık kanallarda verilen özetlerden dahi mahrumuz. Ancak saatleri ayarlayıp TRT’de izleyeceksin, e hal böyle olunca futboldan uzaklaşmamak imkansız.

        Futbol gözümüzle gördüğümüz somut bir nesne olmaktan çıkıp imgeleştirdiğimiz, yan endüstrilerine kapılıp gittiğimiz bir olgu haline geldi. Futbol oynadığımız alanlar değişti, futbolu izleme amacımız değişti. İşin kötü tarafı, bilet fiyatları düşünüldüğünde, şanslı azınlıklar hariç, babasının omzunda simit yiyerek maç izleyen çocuk sayısı gün geçtikçe düşmekte. Tribünde büyüyen, futbolu canlı izleyebilen çocuk sayısı düştükçe, sokaklarda top oynayan çocuk sayısı da düşüyor. Çünkü çocuklar, gördüğü şeye heveslenir, örnek alır. Çocukluğunda kurduğu, bir gün ben de bu tribünler karşısında oynayacağım hayalidir çoğu futbolcuyu futbola başlatan. E çocuklardan televizyonda göremediği, tribünden izleyemediği bir hayalin peşine koşmalarını beklemek de biraz insafsızlık olsa gerek.

        Dün gibi hatırlarım, televizyonda izlediğim ilk lig maçı 14 Nisan 2000’de oynanan Beşiktaş – Galatasaray maçıydı, Şifo Mehmet’in Taffarel’in üzerinden yaptığı kafa vuruşu, Halilagic’in geri pasını Fevzi Tuncay’ın ıskalaması… 10 yaşındaydım ve o güne kadar izlediğim maçlar ya Avrupa/Türkiye Kupası ya da Milli maçlardı, yani şifresiz yayınlanan maçlar. Futbola çok da merakı olmayan bir babanın oğlu oluşumdan olsa gerek, çocukluğum tribünde falan da geçmedi. Stadyumda canlı maç izleme heyecanını yaşadığım ilk karşılaşma ise Mersin İdman Yurdu’nun 2.Lig B kategorisi yükselme grubu son maçı olan Darıca Gençlerbirliği maçıydı. Yükselme maçı olduğundan, final havasında geçmesini isteyen ve tribün desteğine ihtiyacı olan Mersin İdman Yurdu Kulübü biletleri ücretsiz yapmıştı.2002 Mayıs'ının 18’i, 12 yaşındaydım. 90+2 de gelen İdman Yurdu golü ile, ilk tribün deneyimim, aynı zamanda tanımadığım insanlarla sarılarak kutladığım ilk şampiyonluk sevincim olmuştu.

        Anılarımdan anlaşılacağı gibi aslında ben de tam olarak “bu çocuklar nasıl futbola ilgi duysun ki” dediğim türden bir çocukluk geçirdim. Peki neden futbola ilgim hep yüksek kaldı? Hayatı anlamlandırmada en büyük ölçü birimim neden hep futbol oldu? Çünkü belki o zaman için şanssızlık zannettiğim, ama ne büyük şans olduğunu şimdilerde fark ettiğim bir durum vardı. Zihnimi meşgul edebileceğim alternatifim yoktu ve maalesef bu şansa sahip son nesillerden biriyim. Bilgisayarım yoktu mesela, sabahlara kadar vaktimi boşa harcayacağım. Arkadaşlarımla buluştuğumda internet kafeye gitmek değil, 4 taş bir top bulup futbol oynamaktı önceliğim. Çünkü sahip olabildiklerimiz arasında yer alan 2 boyutlu atari oyunlarındaki futbolun futbolla hiç ilgisi yoktu, futbol sokaktaydı, atan alırdaydı, 3 korner 1 penaltıdaydı, adamın devam ettideydi, penaltı atarken değişen kalecinin bedelinin 2 penaltı olmasındaydı, ilk aidiyetimizi yaşadığımız mahalle maçlarındaydı, bir toprak bir beton zemin sahamız varsa kendimizi dünya kulübü gibi hissetmemizdeydi, son düdüğün akşam ezanında olmasındaydı. Artık çocuklar -tıpkı bizim gibi- futbola ulaşamadıklarında, gerçek futbolu yaşama çabası göstermek yerine, bizim zamanımızla kıyaslanmayacak gerçeklikteki sanal dünyalara kendilerini hapsetmiş haldeler. Biz maç izlerken kaleciyle karşı karşıya kalan oyuncumuza “vur be!, dayasana köşeye!” tarzı nidalarla seslenirken yeni nesillerin bu haykırışları genelde “bassana kareye!” şeklini aldı. Çünkü sokaklarda futbol oynayacak yer yok ama her köşe başında oyun konsolu kafeleri var. Çünkü bizim futbolcu kartlarından tanıdığımız futbolcuları, artık oyundaki haliyle bilen çocuklar var.

        Sadece oynama alanımız mı değişti futbolu? Yoksa çocuğundan gencine yetişkinine bir başka alışkanlığımız da mı değişti?  Yukarıda bahsettiğim ilk televizyon ve tribün tecrübemden sonra, Mersin İdman Yurdu’nun çok maçına gittim, param yettiğince, Beşiktaş’ın özellikle 100.yılındaki çoğu maçını kahvede izledim, tabi babamın mekan sahibine yaptığı, bizim çocuğa göz kulak ol uyarısının ardından. Bulduğum her yeşil zemine büyülenmişcesine dalıp gidiyordum, Kablo TV’de şimdi adını hatırlamadığım bir kanalda 90 dakika verilen yıllar öncesinin maçlarını, hiç alakam olmayan 2.lig maçlarını, coşkuyla seyrediyordum. Doymuyordum çünkü futbola, heyecanına. Benim için sonuç veya galip değil, oyun önemliydi. Şimdi gelin şu an ki halimizi düşünelim. Gece 3’te oynanan Güney Amerika liglerini dahi takip ediyoruz. Tabi amacımız farklı, canlı skor sitelerinde, işaretlenen maçlarla, her maç bizim için değerli ancak 1-0-2 yada alt/üst olarak. Hakem son düdüğü çalmasın bu zevk devam etsin, futbol izleyelim dediğimiz günlerden, hadi bitir artık da kupon gelsin dediğimiz günlere. Oyun kıymetini kaybettikçe, zevklerimize ya da para kazanma hırsımıza hizmet eden yan endüstrilerinin içerisinde hipnotize olmuş şekilde güya futbol takip ediyoruz. Futbolun en güzel yanı sonucunun tahmin edilmesinin diğer birçok spora göre çok zor olması iken, en büyük futbol gazeteleri dahil, bahis tahminlerine sayfalar ayırıyor. Kimseye kızdığım yok sadece bir fotoğraf çekiyorum bizlere dair. Herkes kazanmak istiyor, para kazanmak, öyle ya tüketim toplumundayız, kapitalizmin iliklerimize kadar işlediği bir dönemdeyiz. Her şeyi olduğu gibi futbolu da tüketiyoruz. İşin bir başka tarafı, gerçekten futbolu endüstrileşebilen ülkelerden çok uzaktayız, futbolumuzun bir değer üretmiyor. Devlet sponsorluğunda liglerimiz, forma sponsoru bulamayan kulüplerimiz, futbolumuz gözümüzün önünde ölürken, biz etrafında yarattığımız yalandan dünyada kendimizi oyalamaya devam ediyoruz.

        Umarım bir gün, yukarıdaki fotoğrafta gördüğümüz kardeşimiz o topu attığı yerden alır (çünkü asli kuralımızdır atan alır) ve sokağa çıkar. Belki her şeyin çözüme ulaşmasının ilk adımı budur.

Yazar: Ahmet DUMLU
* Fotoğraf ve “O topu oraya koydun ya çocuk artık 5’te devre 10’da bitmeyecek hiçbir maç” cümlesi @apaci__ronaldo twitter hesabından alınmıştır.

        “O topu oraya koydun ya çocuk, artık 5’te devre 10’da bitmeyecek hiçbir maç” * Endüstriyel futbol, bazen baş belamız bazen güna...

10 Haziran 2015 Çarşamba

Röportaj: Bülent Bölükbaşı

        Transfer Merkezi dergisinin bugünkü konuğu; Gaziantep BBSK'nın sportif direktörü Bülent Bölükbaşı. Futbolculuk kariyerinde Kayserispor, Gaziantepspor, Adanaspor gibi birçok takımda forma giymiş ve mücadeleci, hırslı yapısıyla başarılı olmuş bir isim olan Bülent Bölükbaşı ile Erzurum'daki TFF antrenör seminerinde biraraya geldik. Kendisiyle Türk futbolundan Gaziantep BBSK'ya ve kendi hedeflerine kadar birçok konuyla ilgili güzel bir söyleşi yaptık.

Merhabalar hocam,  16 yıllık dopdolu bir futbolculuk kariyeriniz var. Futbola nasıl başladınız?
Merhabalar Transfer Merkezi okuyucuları ve takipçileri. Futbola o zamanki her çocuk gibi sokaklarda başladım. Sokak futbolunun gelişimime büyük katkısı oldu. Futbolun temel eğitimini orada aldım diyebilirim.
Sizi bu 16 yılda en çok üzen ve en çok mutlu eden  anlar nelerdi?
Kayserispor formasıyla ilk UEFA maçına kaptan olarak çıktım. Benim için unutulmaz bir andı. 2008-2009'da Konya'da küme düştüğümüzde çok üzülmüştüm. O zamanki üzüntüyü çok şükür kariyerimde bir daha yaşamadım.
Futbolcuyken karşılıklı oynadığınız ve en beğendiğiniz futbolcu kimdi?
Tartışmasız Sergen Yalçın. İnanılmaz yetenekliydi. Öyle bir oyuncu şu an bile yok diyebilirm. Sergen'den sonra da Fatih Tekke.
Yıllardır bu işin içerisindesiniz. Size göre Türk futbolundaki kötü gidişatın sebebi ne?
Futbolun devlet politikası olması lazım. Desteklemek yetmez. Ben sokaklarda futbola başladım. Top kontrolü, mücadele vs. orada kendimi geliştirdim. Sabah çıkıp akşama kadar oynardık. Ancak baktığımızda şimdi çocukların top oynayabilecekleri alanlar yok. Kurslarda, futbol okullarında 1 saat oynamayla bu iş olmaz. Sokaklarda çocukların top oynayabilcekleri alanların çoğaltılması lazım. Ve tabiki alt yapı.. Alt yapıda belli bir seviyeye gelmiş oyuncularımız üst takımlarda yer bulamıyorlar ve kaybolup gidiyorlar.  

Hakemlerimizi yeterli buluyor musunuz?
Benim zamanıma göre çok çok iyiler. Biz kimleri kimleri gördük. Şu an çok iyi hakemlerimiz var ancak ülkede hakemler üzerinde baskı çok olduğundan Türkiye'de rahat maç yönetemiyorlar. Bizler millet olarak suçu başkasına atmayı alışmışız. Başarısızlığı hakemlere atıyoruz. Saha içerisinde de böyle. Futbolcu kendi hatasına, eksiğine bakmadan hakemin üzerine gidiyor baskı altına almaya çalışıyo. Ben de öyleydim, hakemler benden de çok çekmiştir. (Gülüyor...)
Malum Gaziantep BBSK, Sportif Direktör olarak ilk tecrübeniz. Peki planlarınız arasında böyle bir görev yer alıyormuydu?
Planlarım arasında yer almıyordu açıkçası. Ben sahada olmayı daha çok seviyorum. Sportif Direktörlük ise biraz daha işin resmi boyutu. O sahanın içerisinde olmak her zaman farklıdır.

İlerleyen yıllarda kariyerinize Sportif Direktör mü yoksa Teknik Direktör mü olarak devam etmeyi planlıyorsunuz?
Tabi ki Teknik Direktör. Biraz önce de söylediğim gibi ben o sahada olmayı seviyorum. Orada herşeyi daha farklı yaşıyorsunuz
Gaziantep BBSK'da göreve başlama hikayenizi anlatır mısınız?
Teklif yönetimden geldi. Hakan hocayla da (Hakan Kutlu) zaten daha önceden bir dostluğumuz var. Böyle bir camiada çalışmak beni mutlu eder. Yapacak çok işimiz var.
Peki hocam, malum Sportif Direktörlük ülkemiz futbolunda daha yeni yeni moda olmaya başladı. Size göre sportif direktörde olması gereken özellikler nelerdir?
En önemlisi futbol bilgisi çok iyi olmalı. Çünkü bir anlamda kulübün çatısı gibi oluyorsunuz . Hocayı, oyuncuları birçok şeyi siz belirliyorsunuz. Aldığınız her karar çok kritik. Diyalog ve insan ilişkileri de iyi olmak zorunda. Aynı zamanda yönetim ve takım arasında köprü görevinde oluyorsunuz.

Bu işi yapmak için futbolun mutfağından gelmek şartmı?
Bence futbolun içierisinden gelmesi önemli ancak tabi bunun aksi yönünde örnekler de yok değil.
Yavaş yavaş geçelim Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'a... Geçen sezon Gaziantep BBSK büyük paralar harcayarak iddialı bir kadro kurdu fakat sezonu 41 puanla 13. bitirdi. Yeni sezonda oluşum nasıl olacak, yine böyle paralar harcancak mı?
Hayır! Kesinlikle... Kadroda revizyona gideceğiz. Daha az mali yükü olan ve daha genç  bir takım kuracağız.. Kadromuz hedefi olan, genç oyunculardan kurulacak.  Takımımızda yaş ortalaması düşecek.  Sahada daha  mücadeleci daha hırslı bir Gaziantep BBSK takımı izleyecek herkes. Para harcamanın yetmediğini herkes gördü. Günümüz futbolunda bunun zaten birçok örneği var.  Zaten PTT 1.Lig  çok zor bir lig... Pozisyon bilgisinden ziyade mücadelenin daha çok önde olduğunu görüyoruz. Kadro kurarken buna da dikkat emek zorundasınız.
Yani bu sezon, şampiyonluğa oynayan hedefi olan bir takım olmayacaksınız doğru mu anladım hocam? (Ders niteliğinde çok güzel bir açıklama alıyorum)
Hedefi olan bir takım olmak; camia olarak şampiyonluk hedefi koyup büyük oyuncular getirip çok para harcamak değildir. Bunlar yetmez zaten. Başarılı olmak istiyorsanız; hedefi olan oyunculardan ekip kurmalısınız. O oyuncu kitlesi amaçlarına ve hedeflerine ulaşmak için sizi zirveye taşırlar zaten.
Peki şu ana kadar biten transfer var mı?
Olsa gerçekten söylerdim. (Gülerek) Ama çalışmalarımız yoğun şekilde devam ediyor.  İnce eleyip sık dokuyoruz.
Bu keyifli sohbet ve bize zaman ayırdığınız için teşekkürler hocam. Transfer Merkezi ailesi olarak yeni görevinizde başarılar diliyoruz. Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İnşallah daha güzel, daha özel röportajlarla okuyucularınıza ve takipçilerinize ulaşmak dileğiyle, ben teşekkür ediyorum.
Röportaj: Burak DÖŞER

        Transfer Merkezi dergisinin bugünkü konuğu; Gaziantep BBSK 'nın sportif direktörü Bülent Bölükbaşı . Futbolculuk kariyerinde ...

10.06.2015 İddaa Tahminleri

8 Haziran 2015 Pazartesi

Sezon Raporu: Eskişehirspor

        Geçen sezon oynadığı Türkiye Kupası finalinin ardından bu sezona da iddialı giren Eskişehirspor, fazlasıyla iniş ve çıkışlar yaşadığı ligi 39 puanla 11.sırada tamamladı.

        Devre arasına 16 puanla 13.sırada giren Kırmızı Şimşekler, Ertuğrul Sağlam’dan boşalan koltuğa oturan Michael Skibbe yönetiminde 23 puan toplayarak ligde kalmayı başardı. Ligde kalmayı başardı diyorum çünkü ligin ilk bölümünde tablo bir hayli korkutucuydu.  Ertuğrul Sağlam yönetiminde ligin ilk yarısında yalnızca 3 galibiyet alabilen Eskişehirspor, devre arası tatiline girerken düşme hattının 2 puan üstünde yer alıyordu. Mali sıkıntılar ve sakatlıklar nedeniyle zaten profili düşük olan kadroda, rotasyon sıkıntıları da baş göstermeye başladı. Akaminko’nun bir türlü iyileşememesi ve Diego’nun da sakatlığın etkisinden kurtulamaması nedeniyle savunmada genç isimlere yer vermek zorunda kalan Ertuğrul Sağlam, Tarık Çamdal’ın ardından Erkan Zengin’in de (daha sonra da Aytaç Kara) ayrılmasıyla tünelin ucundaki ışığın söndüğünü düşünerek, evlerinde 3-1 kaybettikleri Gaziantepspor maçının öncesinde istifasını hazırladı.

        Michael Skibbe’nin takımın başına geçmesinin ardından Başakşehir’den eski oyuncusu Sezer Öztürk’ü, Trabzonspor’dan Mustafa Yumlu’yu kiralarken, yine Trabzonspor’dan Emre Güral ve Skibbe’nin eski takımı Grasshoppers’tan Nzuzi Toko’yu bonservissiz olarak kadrosuna katan Es Es’i ligin ikinci yarısında zor bir fikstür bekliyordu.


İstanbul’a geçit yok
        Ligin ikinci yarısına 2-2’lik Akhisar beraberliğiyle giren Eskişehirspor, daha sonra Konyaspor’a deplasmanda 1-0, Galatasaray’a evinde 2-1 mağlup oldu. 1-0 geriye düşmesine karşın, Toko ve Funes Mori’nin golleriyle 2-1 kazanılan Gençlerbirliği deplasmanı ise belki de Eskişehirspor için kırılma noktası oldu. O maçta alınacak olası bir mağlubiyetin ardından yönetimde artan çatlak seslerle birlikte Skibbe’nin 2. Eskişehirspor macerası çok erken sonlanabilirdi.

        Ligin ikinci yarısında, özellikle de ilk haftalarda zor bir fikstüre sahip olan Eskişehirspor, İstanbul takımlarına karşı sıralamada kendi ayarında olan takımlara nazaran çok daha iyi bir oyun oynayıp daha iyi sonuçlar aldı. Evlerinde 2-1 kaybettikleri Galatasaray maçının özellikle ikinci yarısında çok etkili bir futbol ortaya koyan Eskişehirspor, 1-0 kazandıkları Beşiktaş ve 1-1 berabere biten Fenerbahçe maçlarında göze hoş gelen bir futbol ortaya koydu. Trabzonspor’u 2-0 mağlup ettikleri karşılaşmanın ikinci yarısında ise tarihi farkı kaçırdılar diyebiliriz.

Konsantrasyon ve Yaratıcılık Sorunu
        Michael Skibbe’nin takımın başına geçmesinin ardından el atması gereken ilk işin takım savunmasını düzeltmek olduğunu düşünüyordum. Geçen sezon Ertuğrul Sağlam’la özellikle hatları birbirine yakın tutarak başarılı bir alan savunmasıyla az pozisyon veren Es Es, bu sezon ligin ilk yarısında kalesinde 25 gol görmüştü. İdeal stoper ikilisi olan Akaminko-Diego tandeminin sakatlık nedeniyle bir araya gelememesi de kuşkusuz bunda büyük bir etken. Es Es’in bu noktada imdadına Trabzonspor’dan transfer edilen Mustafa Yumlu yetişti. Trabzonspor’da şans bulamaması nedeniyle futbolu özlediği de gözlenen 27 yaşındaki stoperin Eskişehirspor savunmasını toparladığını söyleyebiliriz. Devre arasında takıma dahil olan isimlerden Sezer Öztürk, Toko ve Fenerbahçe’ye attığı şık golle adından söz ettiren Emre Güral’ın da takıma katkıda bulunduğunu söylesek de bu üç ismin hiç biri Mustafa Yumlu kadar etki edemedi.

        Eskişehirspor’un birkaç sezondur yaşadığı sıkıntıların başında ise konsantrasyon bozukluğu geliyor. İstanbul takımlarına karşı oynanan iyi futbol ve alınan başarılı sonuçların ardından, hep şok edici skorlar aldı kırmızı-siyahlılar. Beşiktaş’ı 1-0 mağlup ettiği maçın ertesi haftasında Rize’de 3-0 mağlup olan Es Es, evinde Sivasspor’a 3-1, deplasmanda Balıkesirspor’a  4-1’lik skorla boyun eğdi. Bu noktada karşımıza bariz bir konsantrasyon sorunu, istikrar problemi ve yaratıcılık sorunu çıkıyor.

        Özellikle Beşiktaş’a karşı oynadığı mücadelede 3-4-2-1 gibi dizilip üç stoper, Diego-Mustafa Yumlu ve Sezgin’in önüne kalabalık bir orta saha koyan Skibbe, erken buldukları golün ardından oyunu çok iyi tutarak neredeyse maçı pozisyon vermeden tamamladılar. Fenerbahçe karşısında ise daha dinamik bir oyun anlayışıyla sahaya çıkan Es Es, bu maçta kendi filelerini havalandırırken, son dakikalarda bulduğu fırsatları cömertçe harcayarak olası bir galibiyeti kaçırmıştı.

        Böyle bir durumun ortaya çıkmasında kuşkusuz Michael Skibbe’nin oyun anlayışının etkisi var. Skibbe yönetiminde Eskişehirspor’un oyun planı öncelikle kaybetmemeye dayalı oldu. Kendisinden daha güçlü takımlara karşı ise takım olarak topun arkasına geçen ve orta sahada kazanılan toplarla, Lawal önderliğinde hızlı çıkmaya çalıştılar. Örneğin Alman teknik adam, Beşiktaş galibiyetinin ertesi haftasında Çaykur Rize deplasmanına çıkarken, üç stoperinin önünde bir stoper, iki bek ve iki defansif oyuncudan oluşan beşli bir orta sahayla çıkmış ve Es Es o maçta rakip kaleye gitmekte bir hayli zorlanmıştı. Maç sonunda da sahadan 3-0 mağlup ayrılmışlardı.

        Michael Skibbe buna rağmen çoğunlukla doğru işler yaptı. Verim alınamayan bazı oyuncuları yeniden futbola döndürdü diyebiliriz. Ertuğrul Sağlam’ın sol beke hapsettiği Kaan Kanak’ı Ankaragücü günlerinde olduğu gibi sağ açıkta serbest bırakan Skibbe, Beşiktaş maçında Kaan’ın golüne en çok sevinenlerdendi. Ruud Boffin’le kulüp arasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle kaleye geçen Ali Vural, son dönemdeki performansıyla milli takıma yükseldi.

        Ancak bunların yanında taraftarın çok sevdiği Hürriyet Güçer, genç isimlerden Erkut Şentürk ve Andaç Güleryüz, Skibbe yönetiminde neredeyse hiç şans bulamadılar. Sakatlığı nedeniyle kadroya giremeyen Hürriyet’in sözleşmesinin uzatılmayarak takımdan ayrılması da taraftarın büyük tepkisine sebep oldu.

        Ekonomik sıkıntılar nedeniyle her geçen gün daha da küçülen kadro profilinden ayrılması beklenen isimler; kaleci Ruud Boffin, Raheem Lawal, Ibrahim Sissoko, Kaan Kanak. Ligin ikinci yarısında attığı kritik gollerle ön plana çıkan Arjantinli Funes Mori, Ömer Şişmanoğlu, Sezer Öztürk ve Mustafa Yumlu’nun da bonservisleri alınmadı ve bu isimlerle de vedalaşıldı. Ruud Boffin’le haftalardır yaşanılan alacak sıkıntısının yanında Brezilyalı stoper Diego Angelo’nun da alacakları nedeniyle kulüple sıkıntılar yaşadığı biliniyor. Kendisini daha çok vitrin maçlarda ön plana çıkaran Lawal ve maaşında iyileştirme istenen Sissoko’nun da gelecek sezon Es-Es’te olmayacağını söyleyebiliriz. Mayıs ayı içinde zirve yapan yönetim krizinin ardından seçim kararı alan Başkan Mesut Hoşcan, eski başkanlardan rakibi Halil Ünal’ı büyük bir farkla mağlup ederek güven tazelese de, taraftarlar ve camia, eldeki iyi isimleri satarak genç ve tecrübesiz isimlere yönelerek kadronun profilini düşüren Hoşcan’a tepkili.

        Michael Skibbe Eskişehirspor’un başına geçtiğinde üç aşağı beş yukarı 23 puan toplamaları halinde ligde kalacaklarını belirtmişti. Bu sezon ligden düşen takımlardan sadece Erciyesspor’dan 6 puan alabilen Es Es’i, ekonomik sıkıntıların azalmak bir yana her geçen gün daha da artması sebebiyle gelecek sezon daha da zor bir lig bekliyor. Michael Skibbe yönetiminde yeni sezona girecek olan Kırmızı Şimşekler’in transfer döneminde yine bonservisi elinde olan isimlere yönelmesi bekleniyor.

        Ligin 30.haftasında Kasımpaşa’ya oynanan karşılaşmanın devre arasında sıcak hava nedeniyle bunalan taraftarlar, itfaiyeden su sıkılarak serinletilmeye çalışılmıştı. Aynı şekilde kırmızı-siyahlı kulübün ekonomik yapısının da acil şekilde serinletilmeye ihtiyacı var.

Hazırlayan: Anıl YAZAR

        Geçen sezon oynadığı Türkiye Kupası finalinin ardından bu sezona da iddialı giren Eskişehirspor, fazlasıyla iniş ve çıkışlar yaşad...

5 Haziran 2015 Cuma

Oyuncu Raporu: Joseph Attamah

        Joseph Larweh Attamah, kısaca Adana Demirspor'un bu sezon ki kalbi... Attamah, 22 Mayıs 1994 tarihinde Gana'nın Accra şehrinde dünyaya geldi. Profesyonel olarak futbola 2011-12 sezonunda Gana'nın Tema Youth takımında başlayan genç futbolcu, 2014-15 sezonun başında ise PTT 1.Lig ekiplerinden Adana Demirspor'a transfer oldu. Transfer sürecinde Samsunspor ile çok çekişen Adana Demirspor, Attamah'ı alarak çok önemli bir işe imza attı. Ama çoğu futbolsever Attamah'ı bu transferden çok daha önce yani 2013 yılında Türkiye'de düzenlenen U-20 Dünya Kupası'nda tanımıştı. O yıl turnuvada başarılı performanslar sergilyerek 3. olan Gana'nın en önemli futbolcularından birisi de Attamah'tı.

        Genç Ganalı Adana Demirspor'a ilk geldiğinde herkes onun stoper mevkisinde oynayacağını düşünmüştü ama Ünal Karaman onu ön liberoda denedi ve bu denemenin sonucunda Attamah'tan bir Essien yarattı. Attamah'ın futbola orta sahada başladığını ben de sonradan duymuştum. Attamah bu sezonki Adana Demirspor'da tam bir kalp görevi gördü. Ön liberodaki oyunuyla herkes tarafından beğenilen genç yıldızın oyunun iki tarafını da oynayabilmesi, futbol zekasının üst düzey olması, orta sahada kesici bir görev üstlenmesi ilk bakışta gözle görünür şeylerdi. Attamah bu oyunu, adının birçok takımla anılmasını sağladı. Başta Süper Lig takımları olmak üzere birçok ekip Attamah'ı renklerine bağlamaya çalışıyor. Bu sezon Play-offlar ve kupa da dahil Adana Demirspor'da 40 maça çıkan futbolcunun istikrarı da çok iyi bir seviyede. Şimdi bu futbolcunun zayıf ve güçlü yönlerine bakalım.

Güçlü Yönleri
Birçok Pozisyonda Oynabilmesi: Genç Ganalı birden çok pozisyonda rahatlıkla oynayabilir. Dediğim gibi biz onu stoper diye bilirken o orta sahanın en önemli parçası oldu. Attamah stoperde, orta sahada, ön liberoda, sol bekte rahatlıkla forma giyebilir. Sol bekte oynadığı bazı maçlarda ters ayak olması, pozisyon bilmemesi gibi durumlarda sıkıntı çıkarsa da zor durumlarda orada da oynayabilir. Kısaca Attamah tam bir görev adamı. Maç içinde bir bakmışsınız sağ bekte, bir bakmışsınız sol bekte adam kovaladığı oluyor.

Orta Sahada Kesici Rol Üstlenmesi: Attamah orta sahada rakiplere geçit vermemesiyle ünlendi. Oyuncu birçok maçta ön sezi, markaj, top kapma, pozisyon alma gibi özelliklerinin üst düzey olmasıyla rakiplerin adete korkulu rüyası oldu. Arkasına kolay kolay adam kaçırtmayan Attamah, defansına çok yardımcı oluyor. Özellikle bire bir markajlarda rakipleri adeta yıldırıyor. Attamah çoğu maçta defans olmamasına rağmen son kademeyi yaparak takımını özellikle defansif açıdan çok rahatlattı. Oyuna çok iyi konsantre olan genç Ganalı direkt topa müdahalelerde çok başarılı.

Oyunun İki Yönünü de Oynayabilmesi: Attamah zaten defanstan devşirme, defansif yönünde takımın en önemli futbolcularından birisi. Ofansif yönde ise mesela takım korner kullanırken Attamah geride kalıyor basketbol tabiriyle seken topları o karşılayarak ribaund yapıyor ve o kazandığı toplarla oyunun ofansif yönünde de etkili oluyor. Tabii ki bu özellik sadece seken toplarda olmuyor, Attamah hızlı bir futbolcu eğer ki pas atacağı bir adam bulamazsa o hızıyla kendisi takımı hücuma kaldırıyor.

Tekniği ve Pasları: Stoperden devşirme bir orta saha olmasına rağmen pas yüzdeleri çok iyi ve teknik bir futbolcu. Özellikle defansın önünden top çıkarırken Attamah'a bu sezon çok iş düştü ve Attamah da çok iyi toplar çıkardı. Kısa pas konusunda çok iyi olan futbolcu, zaman zaman uzun top da deneyerek takımının hücumdaki hareketini de şekillendiriyor. Tekniği konusunda da özellikle Attamah'ın dar alanlarda topu iyi saklaması ve adam eksiltmesi göze çarpıyor, adeta top ayağına yapışıyor. Mesela korner köşesinin oralarda bir top sıkıştığı zaman o topu oradan iyi bir şekilde kurtarıyor.

Takım İçindeki Sadakati ve Arkadaşıyla Uyumu: Attamah, 21 yaşında genç, popülariteyi de erken yaşta yakaladı ama hiçbir zaman disiplini ve teknik heyete olan sadakatini yitirmedi. Genç Ganalı Ünal Karaman bu sezon ne derse sadece onu yaptı. Bunun bariz örneği Denizlispor deplasmanındaki maçtır. O maçta Ünal Karaman, Attamah'a biraz daha ilerde görev verdi ve Attamah o maçta iki gol attı. Sonraki maçlarda hep geride oynayan Ganalı futbolcu genel olarak Ünal Karaman'ın sözünden çıkmadı. Attamah Adana Demirspor'un hücumda olduğu anlarda da sol bek, sağ bek de adam kovaladı ve defanstaki her arkadaşının açığını hiç bıkmadan kapatmaya çalıştı.

Hızı ve Fiziği: Attamah fiziği biraz zayıf görünmesine rağmen birçok iki mücadelede ayakta kalarak bu zayıf gözüken fiziğini iyi kullandığını gösterdi. Hızı da son derece iyi olan genç futbolcu özellikle rakiplerin kontralarında geride tek kalsa bile arkasına kolay kolay adam geçirmedi.

Oyun Zekası: Attamah zeki de bir futbolcu, topu nereye çıkarabileceğini iyi biliyor. Rakiplerin hamlelerini de önceden sezebiliyor. Bu özelliklerini daha da geliştirirse ilerde çok daha iyi olabilir.


Zayıf Yönleri
Kendisine Çok Güvenmesi: Attamah gerçekten çok iyi futbolcu özellikleri saymakla bitmez de bu özelliklerinin verdiği bir güven var, kendisine fazla güveniyor. Bazı yerlerde topu tek pasla çıkarmak yerine çalım atmaya çalışıyor bu da bazen sıkıntı yaratabiliyor. Oyuncunun bu özelliğini tecrübe eksikliğine veriyorum. İleride bu huyundan da vazgeçer umarım.

Şutunun Zayıf Olması: Attamah'ın uzaktan denediği şutlarda çok zayıf olduğunu bu sezon birkaç kez gördük. Oyuncunun bu için ekstra bir çalışma yaparak uzaktan da şutlar denemesi lazım.

Gereksiz Faulleri: Attamah bu kötü özelliğini her zaman yapmasa da bazı maçlarda kontrolü kaybedebiliyor. Özellikle deplasmandaki Karşıyaka maçında yaptığı iki gereksiz faul golle sonuçlanmıştı. Oyuncu bu özelliğinde de vazgeçmeli, daha kontrollü oynamalı. Bu sezon 8 sarı kart, 1 kırmızı kart gördü. Bu konuya biraz dikkat etmesi gerek.


        Attamah'ın genel olarak güçlü ve zayıf yönleri bu şekilde. Güçlü yönleri zayıf yönlerini bariz üstünlükle bastırıyor. Oyuncunun ileride neler yapabileceğini gelince; Attamah henüz 21 yaşında ve her türlü gelişime açık bir futbolcu. Eğer ki bu futbolcu olası transferlerde iyi bir eğitmen hocanın yanına giderse ilerde kendisini çok çok iyi noktalarda görebiliriz. Attamah yazının başında da bahsettiğim gibi Adana Demirspor'da kalp görevini üstlendi. Gittiği takımlara eğer çok çabuk adapte olup, o takımdakilerle iyi anlaşırsa oralarda da bu derece etkili olabilir. Attamah'ın tarzı ise Essien, Atiba ve Mascherano'ya benziyor. Bu bahsettiğim üç futbolcu da tıpkı Attamah gibi farklı mevkilerde önemli işler yapabiliyor. Ama bana göre eğer Attamah daha da kendisini geliştirirse Atiba'nın bir üst versiyonu olur gibi geliyor.

        Attamah'ın Adana Demirspor ile sözleşmesi 2016 Mayıs'a kadar devam etmesine rağmen oyuncuyu Bursaspor, Başakşehir, Gaziantepspor gibi kulüpler istiyor. Geçtiğimiz günlerde Adana Demirsporlu bir yönetici de Attamah'ın sözleşmesinde 1 Milyon Euro'ya serbest kalır maddesinin olduğunu belirtmişti. Attamah bu sezon oynadığı Adana Demirspor'da çok sevildi. Bizler de Transfer Merkezi ailesi olarak futbolcuya bundan sonraki kariyerinden başarılar diliyoruz.

Hazırlayan: Uğur YILMAZ

        Joseph Larweh Attamah, kısaca Adana Demirspor'un bu sezon ki kalbi... Attamah, 22 Mayıs 1994 tarihinde Gana 'nın Accra şe...

4 Haziran 2015 Perşembe

Son 8 Sezonun Şampiyonu Kim?

        Profesyonellerin mesleklerini icra ederken, uyruklarına göre değerlendirilmesine hep karşı çıkmışımdır. Türk vatandaşı olmadığı için kontenjana takılarak sözleşme imzaladığı kulüpte sahaya çıkamayan oyuncuların durumunun ise insan ayrımcılığının en somut örneği olduğunu düşünürüm. Jean Marc Bosman her ne kadar Avrupa Birliği içerisinde bu ayrımcılığın en azından kıtasal bir ölçüte ulaşmasını sağlasa da Türkiye Futbol Federasyonu matbaanın geç gelişinin getirdiği tarihsel alışkanlıklardan olsa gerek belirli ölçütlere dayalı sınırsızlığı ancak yeni uygulamaya koymuştur. Kurallara bağlanan sınırlamalar bana göre yanlıştır fakat bu durum, futbolcu veya teknik direktörlerin ait oldukları kültürlerin etkilerini taşıdığı ve icra ettikleri mesleklerine yansıttıkları gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirmez. Futbol ekolleri de tam bu doğrultuda varlıklarını sürdürür. Önemli olan seçim serbestîsinin sektörün işverenleri olan kulüplere bırakılmasıdır. Daha başka bir deyişle, Türk oyuncuların çok olduğu bir kadronun arkadaşlık iletişim vesaire gibi unsurlar sebebiyle daha başarılı olacağına inanan bir kulüp yönetiminin de tüm kadroyu yabancı oyunculardan kurmayı planlayan bir kulüp yönetiminin de önünde tepeden inme kural ve sınırlamalar olmamalıdır.

        Teknik direktörlerinin sahip oldukları kültür ve alışkanlıkların futbol takımlarının kimliklerinin üzerinde herhangi bir futbolcunun kültürüne kıyasla çok daha belirleyici olduğu açıktır. Çünkü teknik direktör idarecidir, sorunlara çözüm üretendir ve oyunun asıl aktörlerinin en yakın iletişim kaynağıdır. Yerli / yabancı teknik direktör kıyasının toptancı tek tipçi anlamsız bir çaba olduğu ve asıl kıstasın iyi / kötü teknik direktör olması gerektiği fikrim sabit olmakla birlikte, tam da yukarıda bahsettiğim kültür ve alışkanlıkların getirisi midir bilinmez çok çarpıcı bir istatistikle karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir.

        Dikkatinizi çekti mi bilmem Türkiye Süper Ligi’nde son 8 sezonu şampiyonlukla kapatan takımların teknik direktörlerinin tamamı Türk’tür. Bu istatistiği daha da ilginç kılan 1959’da kurulan Milli Lig (Türkiye Süper Ligi) tarihinde bu kadar uzun süre üst üste Türk teknik direktörlerin şampiyon olduğu bir süreç yaşanmamıştır.

2007-2008 sezonunda Galatasaray’ı bitime 5 hafta kala devralan Cevat Güler’in şampiyonluk ipini göğüslemesinin ardından sırasıyla,
2008-2009 sezonunda Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’ı,
2009-2010 sezonunda Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’u,
2010-2011 sezonunda Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’si,
2011-2012, 2012-2013 sezonlarında Fatih Terim’in Galatasaray’ı
2013-2014 sezonunda Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’si
Ve geçtiğimiz sezon Aralık ayında göreve getirilen Hamza Hamzaoğlu’nun Galatasaray’ı şampiyon olmuştur.

        Bu veri ışığında değerlendirme yaparak Türk teknik direktörlerin başarılı olacağı ihtimalini yüksek görmek de, yabancı teknik direktörlerinin başarısızlığını göstermek de aynı toptancı bakış açısının bir tezahürü olacaktır.  Belki de her şey tatlı bir tesadüften ibarettir.

Peki ya konu Beşiktaş olursa?

        Yerli genç oyunculardan kurulu bir takımı, transferleri üzerinde UEFA gözetimi, 31 Mayıs 2004’te girdiği yanlışlar silsilesi ile gelen maddi problemleri mevcut olan ve henüz bir stadı olmayan bir kulüpten söz ediyorsak doğru seçimi yaparken işin içerisine kültür ve alışkanlıklarında girmesi gerekliliğini görebiliriz. Evet, Beşiktaş’tan ve yeni teknik direktör seçiminden söz ediyorum. Beşiktaş’ın teknik direktörünün neden Türk olması gerektiğini yukarıdaki istatistikten tamamen bağımsız kalarak hatta saha dışı etkenleri daha çok göz önüne alarak kendimce anlatmaya çalışacağım.

Basında ismi öne çıkan örnekler üzerinden gidelim ve biraz empati yapalım.

Siz Juande Ramos olun ben yetkili Beşiktaş yöneticisi,
Sizi Beşiktaş’ın başında görmek istiyoruz ama bahsetmemiz gereken bazı durumlar var;

        Stadımız devre arasına yetişse dahi 17 ilk yarı 8-9’da ikinci yarı olmak üzere toplam 26 maç kendi sahamızda oynayamayacağız, maddi sıkıntılarımız varmUEFA’nın gözü üzerimizde, transfer listenizdeki oyuncuları muhtemelen alamayacağız, hakemlerin aleyhimizde bu kadar ucuz düdükler çalmasına engel olacak lobimiz yok, Demba-Sosa ve birkaç oyuncumuzu tanıyorsunuzdur ancak gelin size Atınç’ı Günay’ı Necip’i anlatalım. Unutmadan bir de taraftarımız var dillere destan.

        Vereceğiniz cevap muhtemelen şu olur, Benim CV’mde 2 UEFA Kupası, Tottenham, Real Madrid yazıyor ve siz bana takımımı tercih ettiğim yeni oyuncularla kuramayacağım, daha evvel tecrübe etmediğim bir ülke ve ligde üstelik yolumuzda bu kadar engel varken görev teklif ederek şampiyon olmamı umuyorsunuz.

Önümüzde kendisini tanımadığımızdan emin olamadığımız 2 seçenek var,
  1. Gider paramı alır kovulursam da tazminatımı alırım.
  2. Engeller beni yolumdan çeviremez ben başarılı olmaya çalışırım. (Olabilir misiniz? Düşünün) (Juande Ramos özelinde tüm ilk Türkiye deneyimi yaşayacak kariyerli teknik direktörleri kastetmekteyim.)

Şimdi de Mircea Lucescu olun;

        Sizi Beşiktaş’ın başında görmek istiyoruz, kulübü ve ülkeyi yeterince tanıyorsunuz başarılı olacağınızı düşünüyoruz. Yine de anlatmamızı istediğiniz bir konu var mı?

- Ben Türkiye’de Galatasaray’da şampiyon oldum, kovuldum.

        Ertesi yıl Beşiktaş’la şampiyon oldum, sonraki sezon ikinci şampiyonluğum gasp edildi. Bana anlatmanız gereken bir şey tabii ki var. Gerçekten 2003-2004 sezonunda ne oldu?

        Türkiye’de 3 sezonda 2 kez şampiyon oldum Ukrayna’da ise 11 sezonda 8 kez, gördüğünüz gibi ben hala aynıyım. Emininim Türkiye de aynıdır. Cem Papila yoksa Barış Şimşek vardır. Stad falan sorun değil ben zaten savaşın ortasındayım. Maçlarımın bir kısmını ülkenin tam öbür tarafında Lviv’de oynadım. Üstelik 11 yıldır neredeyse her istediğim futbolcu alınmışken şimdi Beşiktaş’a gelmek… Boşluğu siz doldurun. Teklifi kabul eder misiniz?

Gelelim adı geçen Türk Teknik Direktörlere,

Şenol Güneş veya Mustafa Denizli ne cevap verir?

Sizi Beşiktaş’ın başında görmek istiyoruz fakat kulübün içerisinde olduğu sıkıntılardan söz etmek isteriz;
-    Hepsini biliyorum. Hadi başlayalım.

        Yeni teknik direktöre kulübü anlatmak, ciddi bir efor işidir. Teknik direktörün kulübe alışması ise yine ciddi biz zaman işidir. Beşiktaş’ın ise efor ve zaman kaybetmeye ne takati ne de sabrı kalmamıştır.
Yorum sizin.

Hazırlayan: Ahmet DUMLU

        Profesyonellerin mesleklerini icra ederken, uyruklarına göre değerlendirilmesine hep karşı çıkmışımdır. Türk vatandaşı olmadığı iç...

3 Haziran 2015 Çarşamba

Dinozor Bir Sıçrar, İki Sıçrar...

        Kuşkusuz Avrupa'nın en önemli liman kentlerinden biri, söylentilere göre "Hammaburg" sözcüğünden türemiş. "Hamma" bataklık, "Burg" da kale demek... Bu şehrin futbol tarihine baktığımızda 1887'ye dayanıyor. Haziran 1919'da, o zamanlar 32 yaşında olan SC Germania dâhil diğer iki kulüp de birleşip bugünkü HSV'yi oluşturuyor.

        Aradan 44 yıl geçiyor ve Almanya'da 16 takımlı ulusal lig kuruluyor. Bunların başında da Hamburg SV oluyor. 1923, 1928 ve 1960'daki şampiyonlukların yanına üç şampiyonluk daha konuyor.

        1977'de Kupa Galipler, 1983'te de Şampiyon Kulüpler'i müzelerine koyuyorlar. O tarihten sonra o parlak günler gidiyor; fakat Bundesliga'nın kuruluşundan bu yana küme düşmeyen tek takım ünvanını koruyorlar. Geçen sene ligi yine 16.sırada tamamlamış ve Bundesliga 2'yi 3.sırada tamamlayan Greuther Fürth ile play-out (Almancası Relegationspiel) oynamak durumunda kalmışlardı.

        Tarihlerinde ilk defa küme düşme tehlikesi yaşıyorlardı. Zaten Bundesliga'dan düşmeyen tek takım olduklarından "Dinozor" lakabını almışlar. İlk maçı kendi sahalarında oynamış ve rakibiyle 0-0 berabere kalmıştı; yani Dinozorlar, Yoncalara karşı avantaj kaybetmişti. Rövanşta Lasogga ile öne geçen HSV'ye ikinci yarıda Fürstner'in golüne engel olamasa da ligde kalmayı başarıyordu.

        Şu an Leverkusen'de forma giyen Hakan Çalhanoğlu geçen sene Hamburg forması altında 11 gol atmıştı; ne var ki, kulübün üstünde ağır bir borç yükü bulunduğundan genç oyuncuyu 14 milyon Euro karşılığında kırmızı-siyahlı ekibe satmak zorunda kaldılar.

        Bu sezon 34 haftalık maratona baktığımızda 11 kez ligde 17. ve 18.sıralara kadar gerilemiş. Zaten bu sezon en iyi dereceleri olan 12.liği 1.ve 20.haftada alabilmişler. 16.sırada 7 kez yer almışlar. Yani sezonun yarısını bıçak sırtında geçirmişler. 32. haftada Stuttgart deplasmanında alınan 2-1'lik yenilgi 14'cülükten 17'ciliğe gerilemelerine neden oldu ve herkes "yoksa Dinozor'un sonu mu geldi" sorularını sormaya başlamıştı ki, son hafta Schalke'yi Olic ve Rajkoviç'in golleriyle 2-0 yenip kefeni yırttılar ve play-out'ta Bundesliga 2'yi üçüncülükle tamamlayan Karlsruher ile eşleştiler.

        Bundesliga 2 ekibi, henüz 4.dakikada Hennings ile 1-0 öne geçti; 56'da Westerman'ın yerine giren Diekmeier'in asistinde Ilicevic 73'te durumu 1-1 yaptı. Rövanşın 78.dakikasında Yabo evsahibini 1-0 öne geçirince Hamburg'a bu sefer yolun sonu görünüyordu. 90.dakikada Dinozorlar serbest vuruş kazandı ve ara transferde Basel'den alınan Şilili Marcelo Diaz harika vuruşla skoru 1-1'e getirip maçı uzatmalara taşıdı. 115'te Cleber'in asistinde 77'de oyuna giren Nicolai Müller'in golüyle 2-1 öne geçtiler. 120+3'teyse takımda kalmayı başaran kaleci Rene Adler penaltıyı kurtarıyordu. Hamburg açısında mucizevi bir sezon geride kaldı. Mavi-beyaz-siyahlılar, sezon boyunca iki kere uçurumun kenarından döndü; yani Dinozor ikinci kez sıçardı. Bakalım üçüncüsünde de sıçrayabilecekler mi?

Hazırlayan: Erkan ADAY

        Kuşkusuz Avrupa'nın en önemli liman kentlerinden biri, söylentilere göre "Hammaburg" sözcüğünden türemiş. "Ham...

2 Haziran 2015 Salı

Anket: Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörü kim olmalı?


Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörü kim olmalı?

Sezon Raporu: Şanlıurfaspor

        Şanlıurfaspor’un koca bir sezonunu bir ata sözü ile açıklamak aslında mümkün ‘’Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.’’ Fakat taraftarlar ister istemez yine bir beklenti içerisine girmiyor değil, Bu da futbolun ve taraftarlığın doğasından olsa gerek.

        Sezona yine büyük paralar harcayarak, ses getirecek transferler yaparak başlayan Şanlıurfaspor, yine spor kamuoyunu yanıltmadı ve Süper lig’e yükselme başarısı gösteremedi. Gerek Şanlıurfa’da yaşayan gerekse de dünyanın her hangi bir yerinde yaşayan Şanlıurfaspor sevdalıları bana sürekli başkan Fethi Şimşek ve onun iyi niyetinden, takım için yaptığı maddi fedakarlıktan bahsediyorlardı hep. Ama ben hepsine şu örnek ile cevap vermişimdir. ‘’Bir ortopedi doktoru ne kadar iyi niyetli olursa olsun kalp ameliyatı gerçekleştiremez. Eğer ki siz ortopedi doktoruna kalp ameliyatı yaptırırsanbız hastanın ölmesini de çok normal karşılamalısınız.’’ İlk  başta bu cümleleri kurduğum taraftarlar bir anlam veremiyorlardı, Ama ne demek istediğimi anlayınca büyük bir çoğunluk bana hak verdiler.

        Çünkü; kişiliğine büyük saygı duyduğum, ülkenin en önemli iş adamlarından biri olan sayın Şimşek, futbola yabancı bir kişilik. Evet gerçekten çok iyi niyetli biri olduğunu ben de biliyorum ama ne yazık ki futbol öyle bir oyun ki; bir kulübe başkan olmak için iyi niyet ve maddiyattan öte futbolu ve piyasayı bilmek gerekiyor.

        Aslına bakılacak olursa belki de yönetime sorsanız Geçen yılın şampiyon hocası Cihat Arslan'ı takımın başına getirdik, bu ligin normal şartlarda çok üstünde bir futbolcu olan Tello’yu transfer ettik, Abdulkadir Özgen’i aldık, geçen yılın en göze batan futbolcularından olan Göksu Alhas’ı kiraladık, önceki kariyerinde Beşiktaş ve Avusturya milli takımlarının formasını giymiş Ekrem Dağ’ı getirdik diye ses getiren transferlerden bahsedebilirler. Ancak futbolun matematiği normal matematikten farklı çünkü futbolda iki yarımı toplayınca bir yapmıyor!

        Bu soruyu sorduğumu ve bu cevabı aldığımı düşünerek bu konular üzerine değinmek istiyorum,
Yine görüşlerimize değer veren ve beni bu soruları ile mutlu eden taraftarlar Cihat Arslan'ı sorduğunda, bana Türkiye'nin Luis Aragonés’i demiştim. Neden diye sorduklarında ise şu açıklamayı yapmıştım; Fenerbahçe yönetimi İspanya’yı şampiyon yapan Luis’i getirdik diye nara atarlarken İspanya ile Fenerbahçe takımları arasındaki kadro kalite farkını göz ardı etmiş ve sonuç hüsran ile bitmişti. Evet Cihat Arslan gerçek manada çok saygın bir beyefendi bir hoca fakat geçen sezonki İstanbul B.B'yi kim olsa şampiyon yapardı diye düşünenlerden birisi de benim. Nitekim düşüncelerimde haklı çıktım ve Cihat Arslan ile ikinci devrenin başında yollar ayrıldı. Cihat Arslan'ın Şanlıurfaspor macerasında (taktik anlamda) hiç katılmadığım birçok konu oldu hepsini tek tek yazmanın bir manası olmadığını düşünsem de bir tanesi var ki futbol mantığıma oldukça aykırı. Daha önce oynadığı bütün takımlar da ofansif orta saha veya sol önde oynamış Rodrigo Tello’dan neden ısrarla orta sahanın göbeğinde, hatta ve hatta ön libero mevkiinde yararlanmak istediğini bir türlü anlam veremedim.

        Takım öyle ya da böyle düşe kalka sendeleye sendeleye ilk yarıyı bitirdiğinde hiçbir kimse takımın oynadığı oyundan memnun değil ve yapılacak transferleri dört gözle beklerken santrafor transferi istiyordu. Bence takımın forvetten çok iki kenara Abdulkadir’e servis yapabilecek kaliteli takviyelere ihtiyaç duyduğunu söylemiştim. Eldeki Volkan ve Zenke’nin daha çok dikine oynadığını, Youssef’in sakatlığının oyuncuyu olumsuz etkilediğini bu yüzden verimli olamadığını, illaki forvet transferi yapılacaksa da yırtıcı ve yaratıcı bir forvete ihtiyaç olduğunu belirtmiştim. Ancak Şanlıurfaspor yönetimi yine yapacağını taptı takımının ihtiyaç duyduğu özelliklere sahip olmayan, Abdulkadir'e benzer bir tipte forvet oyuncusu olan Adilovic'i transfer ediyordu. Kenar oyuncusu olarak da yYıllardır hakkında iyi oyuncu mu sıradan bir oyuncu mu diye karar veremediğim ama yine dikine oynayan Serdar Eylik transferini yapıyordu. Yani perşembenin gelişini çarşambadan belli ediyordu. Sakat Bekir Ozan Has transferi hakkında hiç konuşmuyorum, takdiri sizlere bırakıyorum ama elindeki gençleri -özellikle de Yunus Emre Mest gibi- gelecek vaad eden bir oyuncusunu 3.Lig’e kiralık yollayıp yine 3.Lig’den Hami Çolak'ı transfer etmesini bir türlü anlayamıyorum. Şanlıurfaspor, yine bir hata daha yaparak Cihat Arslan ile devre arasında yollarını ayırmak yerine hemen ikinci devrenin başında yollarını ayırıyordu. Gerçek manada en doğru icraatlerini gerçekleştirip Osman Özköylü'yü takımın başına getirmeleri artık çok fazla işe yaramayacaktı. "Süper Star" diye transfer edilen Adilovic'in Osmanlıspor, Alanyaspor ve Boluspor maçlarında karşı karşıya bomboş pozisyonlarda kaçırdığı goller sayesinde Play-off ve dolayısıyla koca bir şehrin Süper Lig hayalleri suya düşmüş oldu.

Şanlıurfaspor, sezon sonu şampiyon olan Kayserispor'u alkışladı.
Şanlıurfaspor'a sezon boyunca hücum anlamında katkı sağlayan isimler ise şöyleydi;
Abdulkadir Özgen: 32 maç, 10 gol, 3 asist
Youssef Yeşilmen: 24 maç, 5 gol, 4 asist
Simon Zenke: 32 maç, 4 gol, 8 asist
Serdar Eylik: 12 maç, 3 gol, 2 asist
Kenan Karışık: 31 maç, 3 gol.

        Son olarak bir Şanlıurfaspor sempatizanı ve bir futbolsever olarak şunu belirtmeliyim; "Şehrinin takımına sahip çık" diye resimler paylaşan bir yöneticinin Süper Lig’de şampiyon olan ve ileriki yıllar da olası bir rakipleşme olasılığı bulunan Galatasaray’ın şampiyonluğunu bayraklar ile tur atarak kutlaması ve bu resimleri sosyal medya üzerinden paylaşması ne kadar doğrudur takdirini size bırakıyorum.

Hazırlayan: Çetin BURUM

        Şanlıurfaspor’un koca bir sezonunu bir ata sözü ile açıklamak aslında mümkün ‘’Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.’’ Fakat...