11 Haziran 2015 Perşembe

Atan Alır!

        “O topu oraya koydun ya çocuk, artık 5’te devre 10’da bitmeyecek hiçbir maç”*

Endüstriyel futbol, bazen baş belamız bazen günah keçimiz.

        Yayın hakları geliri için şifrelenen, daha fazla tribün geliri için Passo Lig’e hapsedilen koskoca bir dünya. Eskiden 3 dakika da olsa açık kanallarda verilen özetlerden dahi mahrumuz. Ancak saatleri ayarlayıp TRT’de izleyeceksin, e hal böyle olunca futboldan uzaklaşmamak imkansız.

        Futbol gözümüzle gördüğümüz somut bir nesne olmaktan çıkıp imgeleştirdiğimiz, yan endüstrilerine kapılıp gittiğimiz bir olgu haline geldi. Futbol oynadığımız alanlar değişti, futbolu izleme amacımız değişti. İşin kötü tarafı, bilet fiyatları düşünüldüğünde, şanslı azınlıklar hariç, babasının omzunda simit yiyerek maç izleyen çocuk sayısı gün geçtikçe düşmekte. Tribünde büyüyen, futbolu canlı izleyebilen çocuk sayısı düştükçe, sokaklarda top oynayan çocuk sayısı da düşüyor. Çünkü çocuklar, gördüğü şeye heveslenir, örnek alır. Çocukluğunda kurduğu, bir gün ben de bu tribünler karşısında oynayacağım hayalidir çoğu futbolcuyu futbola başlatan. E çocuklardan televizyonda göremediği, tribünden izleyemediği bir hayalin peşine koşmalarını beklemek de biraz insafsızlık olsa gerek.

        Dün gibi hatırlarım, televizyonda izlediğim ilk lig maçı 14 Nisan 2000’de oynanan Beşiktaş – Galatasaray maçıydı, Şifo Mehmet’in Taffarel’in üzerinden yaptığı kafa vuruşu, Halilagic’in geri pasını Fevzi Tuncay’ın ıskalaması… 10 yaşındaydım ve o güne kadar izlediğim maçlar ya Avrupa/Türkiye Kupası ya da Milli maçlardı, yani şifresiz yayınlanan maçlar. Futbola çok da merakı olmayan bir babanın oğlu oluşumdan olsa gerek, çocukluğum tribünde falan da geçmedi. Stadyumda canlı maç izleme heyecanını yaşadığım ilk karşılaşma ise Mersin İdman Yurdu’nun 2.Lig B kategorisi yükselme grubu son maçı olan Darıca Gençlerbirliği maçıydı. Yükselme maçı olduğundan, final havasında geçmesini isteyen ve tribün desteğine ihtiyacı olan Mersin İdman Yurdu Kulübü biletleri ücretsiz yapmıştı.2002 Mayıs'ının 18’i, 12 yaşındaydım. 90+2 de gelen İdman Yurdu golü ile, ilk tribün deneyimim, aynı zamanda tanımadığım insanlarla sarılarak kutladığım ilk şampiyonluk sevincim olmuştu.

        Anılarımdan anlaşılacağı gibi aslında ben de tam olarak “bu çocuklar nasıl futbola ilgi duysun ki” dediğim türden bir çocukluk geçirdim. Peki neden futbola ilgim hep yüksek kaldı? Hayatı anlamlandırmada en büyük ölçü birimim neden hep futbol oldu? Çünkü belki o zaman için şanssızlık zannettiğim, ama ne büyük şans olduğunu şimdilerde fark ettiğim bir durum vardı. Zihnimi meşgul edebileceğim alternatifim yoktu ve maalesef bu şansa sahip son nesillerden biriyim. Bilgisayarım yoktu mesela, sabahlara kadar vaktimi boşa harcayacağım. Arkadaşlarımla buluştuğumda internet kafeye gitmek değil, 4 taş bir top bulup futbol oynamaktı önceliğim. Çünkü sahip olabildiklerimiz arasında yer alan 2 boyutlu atari oyunlarındaki futbolun futbolla hiç ilgisi yoktu, futbol sokaktaydı, atan alırdaydı, 3 korner 1 penaltıdaydı, adamın devam ettideydi, penaltı atarken değişen kalecinin bedelinin 2 penaltı olmasındaydı, ilk aidiyetimizi yaşadığımız mahalle maçlarındaydı, bir toprak bir beton zemin sahamız varsa kendimizi dünya kulübü gibi hissetmemizdeydi, son düdüğün akşam ezanında olmasındaydı. Artık çocuklar -tıpkı bizim gibi- futbola ulaşamadıklarında, gerçek futbolu yaşama çabası göstermek yerine, bizim zamanımızla kıyaslanmayacak gerçeklikteki sanal dünyalara kendilerini hapsetmiş haldeler. Biz maç izlerken kaleciyle karşı karşıya kalan oyuncumuza “vur be!, dayasana köşeye!” tarzı nidalarla seslenirken yeni nesillerin bu haykırışları genelde “bassana kareye!” şeklini aldı. Çünkü sokaklarda futbol oynayacak yer yok ama her köşe başında oyun konsolu kafeleri var. Çünkü bizim futbolcu kartlarından tanıdığımız futbolcuları, artık oyundaki haliyle bilen çocuklar var.

        Sadece oynama alanımız mı değişti futbolu? Yoksa çocuğundan gencine yetişkinine bir başka alışkanlığımız da mı değişti?  Yukarıda bahsettiğim ilk televizyon ve tribün tecrübemden sonra, Mersin İdman Yurdu’nun çok maçına gittim, param yettiğince, Beşiktaş’ın özellikle 100.yılındaki çoğu maçını kahvede izledim, tabi babamın mekan sahibine yaptığı, bizim çocuğa göz kulak ol uyarısının ardından. Bulduğum her yeşil zemine büyülenmişcesine dalıp gidiyordum, Kablo TV’de şimdi adını hatırlamadığım bir kanalda 90 dakika verilen yıllar öncesinin maçlarını, hiç alakam olmayan 2.lig maçlarını, coşkuyla seyrediyordum. Doymuyordum çünkü futbola, heyecanına. Benim için sonuç veya galip değil, oyun önemliydi. Şimdi gelin şu an ki halimizi düşünelim. Gece 3’te oynanan Güney Amerika liglerini dahi takip ediyoruz. Tabi amacımız farklı, canlı skor sitelerinde, işaretlenen maçlarla, her maç bizim için değerli ancak 1-0-2 yada alt/üst olarak. Hakem son düdüğü çalmasın bu zevk devam etsin, futbol izleyelim dediğimiz günlerden, hadi bitir artık da kupon gelsin dediğimiz günlere. Oyun kıymetini kaybettikçe, zevklerimize ya da para kazanma hırsımıza hizmet eden yan endüstrilerinin içerisinde hipnotize olmuş şekilde güya futbol takip ediyoruz. Futbolun en güzel yanı sonucunun tahmin edilmesinin diğer birçok spora göre çok zor olması iken, en büyük futbol gazeteleri dahil, bahis tahminlerine sayfalar ayırıyor. Kimseye kızdığım yok sadece bir fotoğraf çekiyorum bizlere dair. Herkes kazanmak istiyor, para kazanmak, öyle ya tüketim toplumundayız, kapitalizmin iliklerimize kadar işlediği bir dönemdeyiz. Her şeyi olduğu gibi futbolu da tüketiyoruz. İşin bir başka tarafı, gerçekten futbolu endüstrileşebilen ülkelerden çok uzaktayız, futbolumuzun bir değer üretmiyor. Devlet sponsorluğunda liglerimiz, forma sponsoru bulamayan kulüplerimiz, futbolumuz gözümüzün önünde ölürken, biz etrafında yarattığımız yalandan dünyada kendimizi oyalamaya devam ediyoruz.

        Umarım bir gün, yukarıdaki fotoğrafta gördüğümüz kardeşimiz o topu attığı yerden alır (çünkü asli kuralımızdır atan alır) ve sokağa çıkar. Belki her şeyin çözüme ulaşmasının ilk adımı budur.

Yazar: Ahmet DUMLU
* Fotoğraf ve “O topu oraya koydun ya çocuk artık 5’te devre 10’da bitmeyecek hiçbir maç” cümlesi @apaci__ronaldo twitter hesabından alınmıştır.
Transfer Merkezi

Transfer, Röportaj, Araştırma, Analiz

www.TransferMerkez.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder