11 Aralık 2015 Cuma

Köşe Yazısı: Pollyannacılık değil Rasyonellik

        İtiraf etmek gerekirse Skenderbeu Korçe karşılaşmasından beri kendimle çetin bir kavga içerisindeydim. UEFA Avrupa Ligi’nde gruptan çıkmanın avantajlarını ve olası dezavantajlarını kıyaslayarak konu üzerine epey kafa yordum. Sahada Beşiktaş forması varken galibiyetten başka hiç bir şey arzulayamayacak olan Beşiktaşlılığımı zaptedebildiğim oranda bazı çıkarımlar yaparak muhtemel sonuçlar hakkında fikir yürütmeye çalıştım. Avrupa turnuvalarında gruptan çıkmak başarı, çıkamamak başarısızlıktır, elenmenin nasıl olumlu sonuçları olabilir diyebilirsiniz. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Beşiktaş’ın bu sene UEFA macerası başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tek mağlubiyet ve 9 puanla elenmek dramatik gözükebilir fakat Beşiktaş’ın gruptan çıkan 2 takıma karşı galibiyet alamadığını, 2 galibiyetini de grup sonuncusu Korçe’ye karşı aldığını hatırladığımızda başarısızlık net şekilde ortaya çıkmaktadır. Beraberlik sonucu gruptan çıkılsaydı da çok başarılı sonuçlar alınmadığı sonucunu değiştirmeyecekti. Peşinen söylemem gerekir, birazdan bahsedeceğim elenmenin olası avantajlarının hiç birisi başarısızlığı geçiştirmek veya her şerde bir hayır vardır kolaycılığına kaçmak amacıyla yapılan iyimser yorumlar değil, safiyane somut durumlar üzerine yapılan akılcı, fikir üretme çabalarıdır.

        Maç başlamadan beş dakika öncesine gidelim ve zihnimde kavgaya tutuşan 2 taraftan, ne olursa olsun gruptan çıkmalıyız diyen kısma kulak verelim:

        İlk ve en önemli argüman tartışmasız, sahada Beşiktaş varsa tek temenninin her zaman galibiyet ve başarı olması gerektiğidir. Bu bizim değişmez, değişmesi teklif dahi edilemez önceliğimiz.

        Gruptan çıkmak demek, en az Şubat ayına kadar Avrupa’da mücadele edilmesinin camiaya özgüven getirmesi, heyecanının üst seviyede seyretmesi demek. Çift maç eleme sisteminde yolun sonunun nereye kadar gideceğinin tahmin edilememesi, ve belki de beklenmedik başarılara ulaşılmasının anahtarı gruptan çıkmaktan geçiyor. En önemlisi yerellikten sıyrılarak enternasyonel kazanımların (tanınırlık, reklam faaliyetleri vs.) adımları turnuvaya devam etmekten geçiyor. Gruptan çıkmak demek, ara transfer döneminde daha özveriyle çalışılması ve önemli isimlerin Avrupa macerasında katkı sağlaması amacı ile takıma kazandırılması demek. Avrupa’ya devam etmek demek, en az 1 maç, dolu tribünlerin getirdiği stat gelirleri demek.

        Amenna. Her takım için geçerli sebepler ve beklentiler bunlar.
        Şimdi gelelim Beşiktaş özelindeki bazı durumlara. Skenderbeu maçından beri çevremden kimle paylaşsam önce kat’i bir tavırla “Saçmalama elenmenin faydası hiç olur mu?” denilen fakat konuşmanın sonlarında “Aslında olabilir ya.” tepkisi ile kabul edilebilir kılınan elenmenin doğurabileceği olumlu sonuçlara:

        Öncelikle belirtmek gerekir Beşiktaş’ın Avrupa’dan elenerek kaybettiği gelir, ahım şahım bir para değil. Örneğin Beşiktaş dün Sporting ile berabere kalarak grubu ikinci bitirseydi, beraberlik ödülü olarak; 120 bin, grup ikinciliği ödülü olarak; 250 bin, son 32’ye kalma ödülü olarak 500 bin avro (toplam 870 bin avro) kazanacaktı. Galip gelerek lider bitirseydi ise bu rakam toplam 1 milyon 360 bin avro kazanacaktı. Bu rakamlar nakit akışı düşünüldüğünde gayet ciddi paralar fakat kaybının giderilmez hasarlar açacağı rakamlar olmadığı da açık.

        Bir başka konu da, elenmeyi kabul edilebilir kılan sebepler arasında UEFA Avrupa Ligi’nin tarihinin en zor sezonlarından birini yaşayacağı ekiplerle (Liverpool, Napoli, Porto, Manchester United, Dortmund, Sevilla, Valencia, Shakhtar Donetsk) devam ediyor olmasının bir payı yok çünkü başta belirttiğim gibi çift maç eleme sisteminde her sonuç mümkün. Bu takım geçen sezon Liverpool’u eledi. Devam etme/ etmeme tartışmasında etmemenin avantajları olarak belirteceğimiz hususlar rakiplerle değil tamamen Beşiktaş ile ilgili. Beşiktaş Biliç döneminden beri dar kadro anlayışı ile yoluna devam ediyor. Şenol Güneş’in de bu konudaki uygulamaları bariz. Rotasyonla kullanılan 25 kişi değil, klasik ilk 11’e eklenebilecek, Tosiç, Necip, Quaresma, Kerim ve Cenk ile yaklaşık 16 kişilik bir ekip sezon başından beri tüm karşılaşmalarda görev alıyor. Galatasaray’da bu rakam 18-19 Fenerbahçe’de ise yaklaşık 21 kişi. Sadece nicelik değil nitelik anlamında baktığımızda da Fenerbahçe’nin rakiplerinden önde olduğunu görüyoruz. Galatasaray’ın ise hem Şampiyonlar Ligi’nde hem Süper Lig’de ki durumu benzer sıkıntıları yaşadığı / yaşayacağını gösteriyor. Beşiktaş’ın son haftalarda yaşadığı performans kaybının  dar rotasyonda kullanılan oyunculardaki yorgunluk belirtileri olduğunu düşünmemek elde değil. Kadroya takviye olarak stoper transferi yapılsa dahi, yeni transferi ve sakatlıktan ne durumda döneceğini kimsenin kestiremeyeceği Tolgay / Veli ikilisinin varlığını hesap ederek Beşiktaş’ın kadrosu 2 kulvarı kaldırır demek kolay değil. Basit bir örnek verelim, sadece Ersan Gülüm’ün oynamadığı, Kasımpaşa, Akhisar ve Sporting Lizon maçlarında yenilen toplam 8 gol var. Ersan’ın yokluğunda alınan tek galibiyet Kayserispor karşılaşması. Bu durum Ersan’ın vazgeçilmez bir stoper olduğunu değil, alternatiflerin yetersizliğini gösteriyor. Benzer senaryolar üretelim, Tolgay ve Veli’nin istenilen düzeyde bir geri dönüş yapamadığını ve form tutmalarının uzun süre alacağını varsayalım, Atiba’nın olası sakatlık veya ceza durumunda,  Necip- Oğzuhan ikilisi nereye kadar başarılı olabilirler. Sezon başından beri hiç şans bulamayan Serdar Kurtuluş’un Beck’in boşluğunu doldurabilme ihtimali ne kadar? Olcay yoksa önde baskıyı, Töre / Quaresma yoksa yaratıcılığı ne kadar sağlayabilir muhtemel Kerim’li opsiyonlar ? Çare Mustafa Pektemek olacak hale gelirsek ne olur bu taraftarın hali? Dolayısı ile bu dar rotasyonla mümkünse tek kulvarda ( Türkiye Kupası’nın da bir değeri olmadığını düşünüyorum) şampiyonluk hedefinde dolu dizgin gitmek çok daha akla yatkın geliyor. Bu kadronun birlikte oynadığı yaklaşık 3. hatta bazı oyuncular için 4.senesi. Gökhan Töre’nin Olcay’ın Oğuzhan’ın Veli’nin Atiba’nın artık şampiyonluk görmeleri gerektiğini aksi takdirde öğrenilmiş çaresizlik gibi bir durumla karşı karşıya kalabileceklerini düşünüyorum.


        Bir başka sebep ise geçen sezondan bir tecrübe, Mart ayında Brugge maçlarının getirdiği psikolojik yıkım Beşiktaş’ın çok kötü bir sezon finali oynaması sonucu doğurdu. Biliç ile yollar ayrılırken kimse Liverpool’u eledi demiyor, aksine Brugge’a elendi, şampiyon olamadı diyordu. Beşiktaş yaş ortalaması düşük ve kırılgan bir takım, ligde şampiyonluğa oynarken UEFA’dan elenmenin getirdiği moralsizliğin ilkbaharda yaşanması yerine kış aylarında yaşanarak sezonun geri kalanına daha konstantre daha azimli gidilmesi gerektiğini düşünüyorum.

        Fenerbahçe ve Galatasaray’ın UEFA’da yoluna devam ettiği göz önüne alınırsa tüm bu olası olumsuz sonuçlar şampiyonluk yolundaki iki rakip için geçerliliğini koruyor. Her ne kadar Fenerbahçe’nin kadro yapısı iki kulvarı kaldırmaya müsait gözükse de Galatasaray için ciddi problemler yaşanabilir. Beşiktaş pazartesi günü Galatasaray’ı yenerek rakibiyle puan farkını 9’a çıkarabilir ve diğer etkenler ve UEFA yolculuğu göz önüne alındığında şampiyonluk rakiplerinden birisini şimdiden saf dışı bırakabilir.

        Beşiktaş’ın Galatasaray’ı yenmesinin önünde hiçbir engel olmadığını düşünüyordum dün geceye kadar. Melo’nun boşluğunu dolduramayan, koşmaya mecali olmayan bir görüntü çizen Galatasaray’ın Beşiktaş önünde şansı Sneijder ve Muslera’nın bireysel performanslarına bağlıydı. Fakat dün geceden sonra derbi analizlerine ciddi etki edecek bir unsur daha girdi. Beşiktaş’ın genç ve kırılgan bir yapısı olduğundan söz etmiştim.

        Bu durum artık karakteristik bir özellik halini almaya başladı. Olimpiyat Stadı’ndaki olaylı Galatasaray maçının ardından yaşanan gerileme, geçen sezon Brugge maçlarının ardından girilen kötümser hava, bu sezon Trabzonspor ve Akhisarspor karşılaşmalarının ardından yükselen eyvah sesleri, hem taraftarın hem takımın bazen yaşanan dalgalanmalara haddinden fazla duyarlılık gösterdiğini ve bu durumun karamsarlığa, inanç kaybına yol açtığını gösteriyor. Dün gece oynanan Sporting maçında herşey iyi giderken Tolga Zengin imzalı mağlubiyetin, ardından sosyal medyada yaşanan Günay Güvenç hareketliliğinin, en önemlisi takım içi dayanışma ve birbirine güvenin sarsılmasının Galatasaray karşılaşması öncesi hiç iyiye işaret olmadığını tahmin ediyorum. Beşiktaş Sporting defterini kapatarak, bu sefer ortaya bir karakter koyarak Galatasaray maçına çıkarsa galibiyete ulaşacağını düşünüyorum. Burada en önemli görev şüphesiz Şenol Güneş’e düşüyor.

        Beşiktaş’ın Avrupa defterini kapamasının sonuçlarından bahsettiğim bu yazıda iki sezon üstüste Beşiktaş’ı UEFA Avrupa Ligi’nden elemeyi başaran Tolga Zengin’e değinmesem olmaz.

        Öncelikle transfer olduğu dönemi hatırlamakta fayda var. Bu dönemi hatırlarken de gözden kaçırılmaması gereken detay TFF’nin o dönem uyguladığı ve uygulamayı sürdürmeyi taahhüt ettiği yabancı kuralına göre yapılan bir transfer olduğudur. Hatırlayanlar olacaktır, Tolga Zengin ile birlikte adı geçen diğer kaleci Sinan Bolat’tı. Yerli kaleci transferi açısından alınması en makul isimdi. Hatta bu transferlerin altında imzası olan Önder Özen yabancı sınırlaması kalktığında şöyle bir açıklama yapmıştı; (Hatırlayalım ve attığı imzaların sorumluluğunu görevden ayrıldıktan sonra dahi taşıyabilen güzel insanlara saygılarımızı sunalım.)

        "Eğer bu şaka değilse, gerçekse bunun önümüzdeki sezondan itibaren uygulanacağını anlıyorum. Ben eğer Beşiktaş'ta bir profesyonel konumda olsaydım, TFF'ye dava açardım. Bunu UEFA'nın kurullarına kadar da götürürdüm çünkü ben ve yönetici arkadaşlarım inandırdığımız antrenör ekibi ile birlikte planlama yaparken kitaba baktık. Ve bizden başkasının bakmadığını bildiğimiz halde baktık. Ülkemizin ismi Türkiye Cumhuriyeti. Hukuki durumlarla ilgili ülkemizdeki perspektife birazcık hakim olduğumu zanneden biriyimdir. Hukuk ile hukuksuzluk arasındaki farkı bilen biriyimdir. Kitaba kaç kişinin baktığını kaç kişinin bakmadığını, kimlerin kırmızıda beklediğini kimlerin yeşilde geçtiğini bilen biriyimdir. Buna rağmen umutla herkesi inandırmaya çalıştım. Beşiktaş Jimnastik Kulübü, 110 yıllık kulüp yöneticilerinden özür diliyorum. Onları buna inandırdığım için. Slaven Bilic ve teknik ekibinden özür diliyorum. Türkiye bir hukuk ülkesidir. Kitaba bağlı kalırız biz. Kitabı deldirmeyiz. Kitaba bakarız ve bu kitaba bakarak ilerleriz diye onları inandırdığım için onlardan da özür diliyorum. Kaç milyon Beşiktaş taraftarı varsa, Beşiktaş'a kaç kişi gönül veriyorsa onlardan da özür dilerim onların kandırılmasına vesile olan biri olarak tarihe geçeceğim herhalde. Gökhan Töre'nin bonservisine ödenen parayı ben çalışarak ödeyemem meslek hayatım boyunca. Kerim Frei için verilen parayı ben ödeyemem. Cenk için aldığımız riski, Tolga için... Yok muydu? Orada Ospina bekliyordu. Tolga'ya verdiğimiz paranın 1,5 milyon üstünü vererek Ospina'yı alabilirdik ama biz kitaba baktık. Ve inanmaya çalıştık inandık o yüzden böyle transferler yaptırdık. Bütün Beşiktaşlılar'dan özür diliyorum."

        Dolayısı ile Tolga konusunda yönetime bir eleştiri getirilecekse transfer edilmesine değil, yabancı sınırının kalktığı bu sezonun başında yerine daha güçlü bir isim takviye edilmemesine olmalıdır.

        Gelelim Tolga Zengin’e, belki transfer edildiği dönemde en makul alternatifti, fakat Beşiktaş’ta 3. sezonunu oynayan bir kalecinin bir çırpıda sayılacak en az 3-4 çok iyi maçı olması gerekirken Tolga ile ilgili aklımıza bir çırpıda gelenler hep olumsuz şeyler. Akhisar ve Sporting maçlarında yediği ikinci goller basit bir açıklama ile herkesin yiyebileceği hatalı goller olarak adlandırılabilir. Fakat Brugge maçında ve dün yediği adeta birbirinin kopyası olan bu gollerde yaptığı hatanın tek bir açıklaması var konsantrasyon eksikliği. Aklı oyunda olan sıradan kalecilerin bile çıkarak rahatça alabileceği toplara çıkmayarak Beşiktaş’ı ikinci sefer Avrupa’dan eledi. Tolga’nın hep ne kadar yardımsever iyi kalpli bir insan olduğunu söylerler ancak unutulmamalı ki mesleğini layığı ile yapmak en büyük erdemdir. Sezon başında Ocak ayına kadar süre isteyen, söz veren ve teknik heyeti kaleci transferinden vazgeçirdiği iddia edilen Tolga sözünü tutamamıştır. Şu andan itibaren tek yapması gereken Galatasaray maçı dahil kalan 3 maçta Beşiktaş taraftarına olan borcunu ödemek ve teknik kadronun / yönetimin yapacağı kaleci takviyesine gönül koymadan sorun yaratmadan köşesine çekilmek olacaktır.

        Beşiktaş’ın Galatasaray karşılaşması öncesi tek yapması gereken, maç öncelerinde stadyumda çalınan o güzel besteye kulak vermektir ; “Haydı kalk ayağa, yürü güneşe…”

Yazar: Ahmet DUMLU
Transfer Merkezi

Transfer, Röportaj, Araştırma, Analiz

www.TransferMerkez.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder