29 yıl sonra Süper Lig’e veda eden, kulübün 40 yıl boyunca başkanlığını yapmış ve Gençlerbirliği markasını kurmuş olan onursal başkan İlhan Cavcav'ın isminin verildiği sezonda ligden düşme trajedisini yaşayan Gençlerbirliği’ni bu sona hangi etmenler itti? Bu yazıyı yazmadan önce amacım işin daha çok saha içi kısmını konuşmaktı ve yazıyı daha uzun tutmaktı. Ama Gençlerbirliği’ni malumun ilamına iten sebepler apaçık ortada. Herkes de yazıp, çiziyor zaten. Cumhuriyetle yaşıt kulübe yakışmayacak hadiseleri tekrarlamanın anlamı yok. O nedenle lisans öğrenimini Ankara’da geçirmiş, muhabirlik döneminde Gençlerbirliği’ni takip etmiş ve son iki yıldır da kulübü dışarıdan da olsa büyüteç altına almış biri olarak bu yazıyı kaleme alıyorum.
Gençlerbirliği’nde geçen sezonu 8.bitiren kadronun en önemli isimlerinin (Serdar Gürler, Aydın Karabulut, Selçuk Şahin) ayrılmasına rağmen, hem nitelik hem de nicelik olarak yerlerinin doldurulamaması ve Ümit Özat’ın da geçen sezon kendisini özellikle iç sahada sonuca götüren 5-3-2 ve türevlerine dayanan oyun sisteminden vazgeçmesi ve blokları yakın tutan kompakt takım savunmasının da çözülmesiyle, zaten kadro kalitesinin yetersiz olduğu aşikar olan Gençlerbirliği sezona felaket bir başlangıç yaptı. Özat’ın sezon başındaki ayrılığının ardından takımın başına geçen deneyimli teknik adam Mesut Bakkal, pek çok yeni ismin katıldığı ve ana iskeletin geçen sezona oranla zayıfladığı kadroya uyum sağlamakta zorluk çekti. Bakkal döneminde alınan Başakşehir ve Beşiktaş galibiyetleri de aslında Özat’tan miras kalan birinci sınıf bir defansif anlayışla alınan galibiyetlerdi. Ancak yine Ümit Özat’ın takımından kalan gen kodu olarak, kazanmak için sahaya çıktığı maçlarda hüsrana uğrayan bir Gençlerbirliği vardı.
Deneysellikten kadro yapbozculuğuna
Ümit Özat’ın yeniden takımın başına geçtiği dönemde yaşanan 10 maçlık “yalancı bahar”, herkeste küme düşme korkularını azalttı. Ancak bu 10 maçlık periyot incelendiğinde yine oyuna hükmetmekten uzak ve genellikle defansif taktiksel bağlılıkla sonuca giden bir Gençlerbirliği vardı.Bu 10 maçlık yalancı baharın ardından sezonun geri kalanında oynanan maçlara doğru takımın oyun kalitesi her geçen hafta düştü. Zaten Sessegnon dışında devre arasında da takıma yol aldıracak takviye yapılmadı. Orta sahada Scekic, Zeki Yavru, Diallo gibi isimlerin yaratıcılığına mahkum kaldı. Sessegnon’un takıma bir oyun aklı kattığı kesin ancak diğer isimlerin ve özellikle de hücum oyuncularının birbirinin oyunun ket vuracak farklı tarzları yine sezon başında yapılan, daha doğrusu yapılamayan kadro mühendisliğini ortaya koyuyor ve menajer vurgunu iddialarına zemin hazırladı.
Saha içindeki bu keşmekeşte, 10 maçlık yenilmezlik serisinde başrol oynayan teknik direktör Ümit Özat’ın payı büyük. 10 maçlık seride, aldığı sonuçlarla ve her maç olmasa da rakibin oyun anlayışına göre değişen taktiksel planlarıyla ligin en pragmatik hocalarından biri olan Özat, devamında oynanan ve lig sonunda onları bekleyen kadere doğru götüren maçlarda ise bu pragmatikliğinin yerini yapbozculuğa terk etti. Hemen her hafta farklı bir ilk 11, savunma tandemleri deneyen Ümit Özat’ın, geriye düştükleri Sivasspor maçının 20. dakikasında, biri zorunlu olmak üzere iki oyuncu değişikliği yapması, 55’te de son hakkını kullanmasıyla Özat, 65.dakikada sakatlanan Aydın Karabulut’u geriye düştüğü maçta 10 kişi kalmamak için sakat sakat sahada tutmak zorunda kaldı. Üstelik genç teknik adamın 20. dakikada oyunu çevirmesi için sahaya sürdüğü isimler de 19 yaşındaki Rahmetullah Berişbek ve İlker Karakaş. Cumhuriyetle yaşıt bir kulübün ligde kalma mücadelesini bu isimlerin sırtına yüklemek de hiç adil değildi.
İç sahada Galatasaray, Beşiktaş ve Başakşehir’i yenen, Fenerbahçe’den Kadıköy’de, Başakşehir’den de deplasmanda 1 puan alan Gençlerbirliği, bu 5 maçtan 11 puan çıkardı; yani toplam puanının (33) üçte biri. Bu veri bizi her zaman savunduğum teze götürüyor; Gençlerbirliği’nin kadro yapısı ve Özat’ın futbol anlayışı kazanmak zorunda olduğu, kora kor maçlarda sınıfta kaldı. Bu geçen sezon 8. bitiren ve son 10 yılın en iyi derecesini yapan takım için de geçerliydi.
Savaş ve paranoya
Geçen sezon da olmak üzere kulübe geldiği ilk andan itibaren bir savaş ortamında bulduğunu anlatıyor kendini Ümit Özat. Bu paranoya ortamında Ümit Özat’ın basınla, taraftarla ve bazı yöneticilerle yaşadığı problemlerle kendi konsantrasyonunu düşürdüğü gibi takımını da olumsuz yönde etkilediği bir gerçek. Ancak burada bir günah keçisi daha aramak gerekiyorsa o da İstanbul’daki ana akım spor basını. Kulüpte yaşananları bilmeden yorum yapan, Gençlerbirliği’nin bu sezon izledikleri maç sayısı bir elin parmaklarını bile geçmeyen gazeteci ve yazarların yaptıkları güzellemeler de Ümit Özat’a zarar verdi ve genç teknik adamın gerçeklerle yüzleşmesine engel oldu.Ama bana kalırsa en yaralayıcı olan Sivasspor ve Kasımpaşa maçlarından sonra basın toplantısında Özat’ın küme düşmeyi normalleştirme çabası oldu. Kendisine operasyonlar yapıldığını belirten genç teknik adamın bu yaptığı da aslında bir nevi algı operasyonuydu. Belki normal bir sezon oynansa evet, ama İlhan Cavcav Sezonu’nda, duayen başkanın vefatının ardından daha bir tam yıl yeni çıkmışken küme düşmek tam bir trajedi.
Ümit Özat, Don Kişot olmaktan vazgeçip, olan ve olduğunu iddia ettiği rakiplerine karşı cevabı saha içine daha fazla konsantre olarak verseydi, hem Gençlerbirliği her türlü hataya rağmen ligde kalabilirdi hem de Özat son 3 yılda ikinci kez bir takımı küme düşürmemiş olurdu.
Yönetim zafiyeti
Bu kısma, Başkan Murat Cavcav ve Ümit Özat arasındaki bağımlılık ilişkisine dikkat çekerek girmek istiyorum. İkilinin iyi dost olduğu biliniyor ancak ligin başında kovulan bir teknik adamı ilk devrenin sonuna doğru tekrar takımın başına getirmek için iyi bir abi-kardeş ya da arkadaşlığın yanı sıra bir bağımlılıktan da söz etmek gerek. Murat Cavcav ve Ümit Özat’ın birbirinin “kara kutusu” olduğu kesin. İlhan Cavcav’ın vefatının ardından, rahmetlinin mirasının ekonomik anlamda olmasa da sportif anlamda bu kadar kısa sürede tüketilmesi de bir başka trajedi. Ancak burada tüm yükü Murat Cavcav’a yüklemek de haksızlık olacaktır. İlhan Cavcav’ın başkanlığının ilk gününden itibaren kulüp ekonomik olarak güçlenerek Türkiye’de bir rol model oldu ancak kurumsal yönetim anlayışından da ciddi bir şekilde uzaklaştı. “Babadan oğula” geçen başkanlık, kulüp içinde bir muhalefet yaratmıştı ki bu sezonun başında da Başkan Murat Cavcav, babasından kalma bazı “anti-demokratik” uygulamalar gerçekleştirince kulüp içindeki çatlak seslerin de sayısı gitgide arttı.
Bu sezon 1.Lig’de mücadele edecek olan Gençlerbirliği, teknik direktörlüğe getirdidği eski takım kaptanı Erkan Sözeri yönetiminde yeniden Süper Lig’e yükselme mücadelesinin en kuvvetli adayı. Ancak yukarıda sıraladığımız problemler kökünden halledilemediği ve en önemlisi de kulüp şeffaf ve hesap verebilir bir anlayışla yönetilmediği sürece, aynı senaryoların farklı başrollerle yaşanması sürpriz olmayacaktır.
Yazan: Anıl YAZAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder